HeYBeCooL Forumun'a Hoş Geldin 👋, Ziyaretçi

Eğer bu, Forum'a ilk göz gezdirişinizse Şunu bilmenizi isteriz ki; Heybecool Forum'a üye olmak, dışarıdan forumu görüntüleyen ziyaretçilere oranla büyük ayrıcalıklar kazandırır. Bunların başlıcaları konu açabilme, mesaj gönderebilme, katılımda bulunabilme, anketlere oy kullanabilme ve üyelerle özelden yazışabilme gibi haklardır. Siz de hemen şimdi, kaydolmayı düşünüyorsanız KAYIT OL butonuna dokunun ve üyelik kaydınızı gerçekleştirin.

Cahit Zarifoğlu Şiirleri

evillusions

ѕerѕerι
Katılım
5 Ağu 2023
Mesajlar
1,389
Tepkime puanı
1,052
Puanları
113
Cahit Zarifoğlu Şiirleri



? Soru İşaretlerinden Biri


Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş
Gömleğin üzerine kadar çıkmış kalbteki kara leke
Dikilsen dağların ötesini tutar elin
Bir iki tank çer çöp olmuş gözüne perde
Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun
Külçe külçe dolar ya da sefalet secden olacak yerde
O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer
Perişan birkaç evde kimbilir veliler dilinde
Oturup konuşalım şunu. Bulsun kelimem kelimeni
Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse
Bir deli akıl çırpınıyor aramızda
Rızık korkusu can korkusu baş mesele
Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden
O büyülü çiçekleri yol arın bir kere
Başını eğmiş zalimleri dinlersin
Dersin 'lokmam ellerinde'
Filistin bir sınav kağıdı
Her mü'min kulun önünde
De gerçeği yaz: Hakikat şehitliğe koşmaktır
De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine

Cahit Zarifoğlu​
 
1958 Ekiminde

Sopalar taşlar avtüfekleri
Ve içi içine sıkışmış bir toplu tabanca

Belinden orta etinden
Cılız çelimsiz bir elden
Toprağa çekmekteydiler köyün bütün erkeğini

Sebebi iki kalabalığı birbirne tutuyor gözlerin
Gamzen için ne kanlar bağırıyor
Delikanlılar uyuyamıyorlar yataklarında

Bedenler
Toprak ve deniz ve kıyı ve dalga gibi
Birbirine çarpa çarpa

Düzgün kurşun girişleri hafif morarak etiçine
yutuşlar
Saçaklı kurşun çıkışları et ve kan parçalarıyla
kusuşlar
Delikler ezik çöküntüler
Yırtıklar alıp açılarak
Dantel perdeli camda kayan gölgen için
Ne kanlar akıttılar toprağa

Kalabalık bir kadının ortasında duruyor
Rüzgar yüzünün tabakalarını açıyor

Binbir renk ve işleme donanımlı başı
Ve.Gözyaşı çanağı şimdi kafatasları

Ağlayan erkekler. - dayıoğulları emmoğulları halaoğulları
Kurumuş çatlamış elmacık kemikleri
O ayazda o güneşte incecik hassas tenleri

Bu kez kırk yaşındaki gelinin kocası
Yatağını boşaltıp toz toprak içine devrilen

Ne gürültüyle ne haykırarak ne de kahkahayla
Ne son,solukta öç öğütleyerek
Ne de kadınım arkamdan gel diyerek
Ne yarı ne yaranı görerek gözü
Bir karnağrısına uğramış gibi
Kıvranıp büzülüp ölüm korkusunu giyip iğrençlenerek
Ölürken
Başucundaydılar yaralarından beter bir bağırtı
Koparan karısı.Erkekler hısımlar
Kalplerini daraltan can verişi önünde
İncecik gergin yırtabilir yürekleri

Bütün evrene
Eğilip yanaklarından baktılar gelinin

Şimdi çarpılır köyün ağzı
Bir yabancı saçı taradı ev
Şimdi köyde cami bile gurbet olur
Ayrılıp iki yana hızlanmaya başladı mı şunlar:

evler toprak kapı köpekleri bile ağaçlar bahçe çitleri
Yanan ateşin dumanı da
İki yana geçip karşı karşıya hasımlanıyor
Köpeğin yanında adam adamın yanında duvarlar pusu
kayaları.Kayaların yanında bacı ana kasları baldırları
çocuk şeyleri hınçlar ve beddualar
çaylar
Dereden gıcırtılarla insan boğar buz kristalli sular
Buz gibi anlarda boğuşur hasımlar
Yün yorganın sıcağı vurdukça düşte
Şehvete serilinir ya kan çıkarmaya
Ve hergün havada bir asap bozukluğu ve olanlara
Tabiatta bir uyma zorluğu kuşlar ötemez gibi

Uzun vadiler düzlükler aşarken büyümesi durur ağaçların
Sesi insan öldürmeye giden kurşunların

Ve susunca
Kama düşüşü bir zaman başlar
Kalb ete ve ruha aynı anda açılır
Cine ve meleğe
Zulme ve hilme

Zaman ağlyan kadınların
Zaman kendi pervasız korkularını yaşayamadan
Ölümü en keskiniyle bile virajlarda bile izleyerek

Ve kana çobanlık eder çocuklar
Seyirtirlir ki kopar düğmeleri uçuşur mintanları

Güzel başın
Mermer akmalı yanyarın
Güzel adalen

ellerin ne maharetler edindi
asla maymun değildin
topraktan geldin nice sırlardan geldin

- Kanındaki masallar destanlar masal harpleri
Yoldaşın melekler
Herbir yanın imparatorluk emanetleri iken
Tüm bunlar öfkenin şimdi -

Ayağı altında çiğnedi kan hesabı sormayı
Vurmaya gidiyor yine de o ve o
Bakabilirliğe açılan ve gözlere bakan
Ağlayan dudakların
Gergin pürüzsüz güzel kana ve güzel şehvete çeke

Cahit Zarifoğlu​
 
Acılarıma Da Kardeş Olur Musun

Sıcak ilişkiler adına davet alıyorum
Biraz kan ve ilik hızlandırıcı olarak

Kardeşim dedim
Acılarıma da kardeş olur musun

Baltasını havaya kaldırdı
Yükselemezdi daha
Söyledim
- Haydi acılar haydi az daha

Dedim kardeşim
Omuz başlarımdaki şu yara
Ormanların serin gölgesindeki papatya değil
Arif bir bilinçle yürürken oldu
Yüce buyrukla

Aaah
Bu kadınlar kirletmiş
Başları kara geceler içnde yolunarak
Zindanlar nasıl dayanıyor katran duvarlar

Gebe karınların zonkuna


Kardeşim dedim
Sıcak ilişkilir
İşte çagrıyla çatlayan damar
Gövde sinir urganları kaçı olarak

Bir göz yaşı gibi
Sarktı dolandı kalpağrısına leylaklar

Cahit Zarifoğlu
 
Açık Açık Çağırır Aşkını

1

Çabuk akan tez giden
ilk geyik avında ölenler
çarpıntı başlarıdır insanlığın

Uzakta.Ta burada
Ünlü bir can sıkıntısını
Ufalar bir zümrüt sakal

Yeldeğirmeni
ve uçuşan leylekler
beyaz saçlı atın
kar yıllığını rüzgar hallerini
kahraman atın
madalya anına bitişik
dört nala koşan sesi
oradan uzaktan ta buradan

siyah
çatık kaşlı gelincik tohumlarına
benzer sezişliriyle
gelişir yapılı kaygılar

2

bir ayıp giyotin
çün ağaç sağa dönmez
soldan kuşatılır
çün ağaç şaşırır
ağaç ölür
Ama sapına kadar
Bilhassa büyük
Erkek
Tam erkek bir el
Yani kolun ucuna kadar gelmiş de
Yumruk bile olmuş

ve bilhassa bu büyük bir el
beynelmilel bir sabah seli
katlayıp büküp yapma çelikleri
gündelik insanı kaldırıp
bir de tanrıya şarkısını söylerse

Belirli bir yapısı
belli bir geçmişi olan
nereye değdiğini bilen
düğün yapısı fırçasıyla
toprak ve topraktan sonrasını
aynı çığlığı atan
ve karalar içinde

3
haydi
şu kaçar su durur mu
gök içimizden bir zenci çağırır
zenci zenci
bir büyük geniş başlı
şikayet mi ne olur

açık açık çağırır aşkını
burda mı daha mı uzakta
bütün bir geceye
dayar alnını

öyle ki alın
mübarek bir şeydir

Cahit Zarifoğlu
 
Açlık Türküsü

Aşk gelmiyordu
ve kızgın kokuları çoşkunluk bağırması gençliğin
Söyleyelim bir kere daha halk suçsuz
Öfkenin sessizliğe yürümesi kendiliğinden
Mansurun halkı öfkeye kendini çarka tutması
eşyanın bebekler gibi avutulduğu da olmuştur
Sütten kesildiği yürümeye alıştırıldığı
(Ey veli dağları eğit yine
Mağaralardan em yine)
Kedilerin cübbe eteklerinde
İnsanlığın en berrak denizine uzanıp
İstirahat buyurduğu
Söyliyelim bir kez daha
Olmuştur
Aşk olmuştur

Çıkıp gelmesini beklediğim
Geniş çığlıklar atarak
Çıkıp gelirse
Morarmış yanağında zehir tutarak
Yıkarsa duvarlarımı
Etimi aralar aşkı kurcalarsa
Önümüze açtığım sofralar adına
beni tutun kaldırın ortadan
Çünkü hesap benden sorulacak
Sorulacaksa

Saçlarımın dibinde kıpkırmızı bir leke
Etine kan değdirilmiş kadın lekesi
Alnımdan kollarını çıkarmış bir dişi örümcek
Köpeğin ağzına düşen kelime ne kelimesi
Et kelimesi

Yırtınır anlamını öksürerek
Yer ayırtıp girince bilmecenin içine
Kaburgam derin ip ince ipliklerim
Elmacık kemiğimde güm güm vuran
Var olma hevesimin
Vahşet dolu sur kervan baloları
Hesabı benden sorulacak

Şimdi uyan kurbanım kaldır başını
Hizmetlim kendim ağlıyayım

Bir köpeğin ağzından
Düştü kelime
Başladı at yemeye
Aylar yıllarla anlaştı tokluk kaşını çattı
Bahar geldi ağaçlar açıklandı
çiçekler açıklandı
İnsanlar dürüyen mermiler uzadılar
birden çatladı düğün
fakir kadın düğüne katlandı
bir köşede oturdu.Soktu ellerini karnına çocuk
kırdı çocuk ayıkladı
Birdenbire çatladı düğün
Tabanca çatladı
Gelin savruldu harmana rüzgar girdi
Kirli elleri yılan dokunmuuş gibi göbeği
İnsanın öz be öz anasına kıyması ne demektir
Karanlığı getiren bir insan temmuz sıcağı gibi

Bir köpek yiyorsun halk birikiyor
Fırlak kanlı gözlerin kırmızı ve şiş ellerin
Bakıyorlar
Sancıyı iletiyor belleri
Sürtünüyorlar

Buğday havada durdurur kurşunu
Onlar başkası değil bir çift cami güvercini
Güvercin buğdayın ağzında sırayla
Göğü soluyan bir ejdarha gelecek şehirlere
Bir zaman bıldırcınlar ve kırlangıçlar
Nasıl alınırsa ağıza ve ağırlanırsa

Çocuklar havadan anlar
Sorulan suale çarparlar kadın geç kalınca dolabında
Kadınlar dimdik dururlar dolaplarda
Cam göz ağaçların arasında gece yırtılarak sokulur
Oda soğuyunca erkekte bir yıldırım uykusu
Önce bir han
Odaları dolup boşalan ve alnının altı
Tahta merdiven bir Han
Yolcu soyununca camideki kubbe
Döşeğinde rahatça uyumalı
Minarenin biri çabucak alçalır diğerinin önünde

Sakallarından köşkler sarkan bir dede
yukarıdan damlamış bir mezar taşının üstüne
Mezarla ihtiyar ahpapça genç kız süzülür önlerinden
Üç adım atar dizleri çözülür
Erkek erkekçe dövünür genç kız kırgın
Evet ve hayır kelimeleri
Bir evet/açlık
Eyup Sultan
Sebil uyuşmazlıkları
İki sebil biri daha sebil
-İçilip içilip genç kız içilip
İçilip içilip genç kız içilip
Eyup genç içilip içilip
-Dur sen ey Sen içilip Ben içilip
Sebil olduk öldü sebil

Kemik alınlar gelir dayanır güneşin ateş seçdesine
Işık en keskin yontulur bir kelam.Bir kelam
Zaman ölenin alnından rüya mızrağını çıkarır
Boşluğa sebil açılır
Güneş kendi admını yollar
Kaynayan kafayı ayıklar
Sorular soran sorular soran
Denizin kanında günleri çarka tutulan izleri
Tesbih çeken bekçilere gece sualleri
Su tutmuş testiler
İçilip içilip


-İçilip içilip genç içilip kız içilip
Genç kuş eyup genç içilip

-Dur Sen içilip Ben içilip

Aşkımla boyun boyuna bir ejdarhayım
Şehirde sen benim en çok sakladığım
İçine girip korktuğum
Çamlarını yıkamadığım karanlığını bozamadığım
Sen benim durup durup saplandığım
Mutlu an biraz uzun olmasın
Yoksulluk gibi gidecğim bir yer var
Efkarın aşılmaz yalnızlığın kaçınılmaz olduğu

Baş üstüne sevgilim
Dağlarım
Toprak yayılınca bulun anasını yavru ceylan

Yalnızlık ateşle birleşiyor
İki geyik dumanla çiziliyor şişiyor
Delinmeler
Uyku genişliyor
İç organ genişliyor

Hazırlanması sinir uçlarının
Ve kalburdan sırayla dişli makinadan
Yivli burgudan et kıyımından
Beş uykusuzluğun en çabuk ve çabuklukla
Planlanması
Aşk
Orada uzakta anlaşılmadan.Nefes

Saçlarımı tut titreşiyorlar
Bir şey olmuşmuş kovalamaya başlamış gibi
Saklan evlere sarıl kanlı bağlarınla
Avucunda kına yerine horoz devriyesi
Dilimin tehlikelerini azarla
Bu limeler oraya çıkmaz
Ki taş olsun
Açılmasın diye insan torbası
Aşk ne korkunç ne kadar korkunç oluklar uzun

Dagunca çölleri dolanıyoruz
Yuttuk kum yığınlarını
Düşmediğimiz kum kalmadı
Kötü özümüzün mevsimlik yıkımları
yıkılsın
etin serin yosunları
Cezbe suyun akışına varmadan
daha oturmadan kayalara ayrılan yerine
ve başını dik tutup açıklamadan
Kadını bir hançerle dolanmadan
yolmadan karpuzun kabuklarını
muzu çakalca aralamadan
Çarpılsın

Ve biz uyandıracağız
Suya çağrılan akışımızı

Cahit Zarifoğlu​
 
Bütün azalarını harbe çağır
Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın

Saraylar damlar yeniden kurulsun
Ağaçlar içinden akan nehre
Dalçık günde bin kere ve gecelerde
Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın

Kalem yazsın yazsın
Küheylan bir aşık ol
Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın
Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan
Başlasın vuslat gününü toprağa
Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını

Şimdi üzgünüz arkadaş
Yolumuza çıkmayın üzgünüz...

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin
-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak
-Konuş şimdi daveti duydun mu
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar
-Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday

Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar
Kalbin zengin davetleriyle oynar
Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında

Yaslanırlar güzel anaların kollarına
Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda

Adamlarımız yiğit
Kadınlarımız hamarat
Çocuklarımız dolu bilinç harmanı
Köpeklerse sayılı

Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala
(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır)

Kırıldı da
Şimdi severiz türkmeni peştunu
Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta

Isın gökyüzü ısın
Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe

Bunlar gübre insan değil
Gömlekler çelik zırh
Öyle bir çalgı çaldılar ki
Seslerin çağırıp koyunlara bile
Koyduğu zehirli gaz rüyaları

Analara şaşkın çocukların
Üç beş yaştakilerin
Yüzleri harp yarası
Harp yanığı
Ama öpülmekte okşanmakta yanakları

Hangisi hangisine mübadil
(Dünya bu olamazdı)
Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş
Yağmur peyderpey kar tane
Gamzem oyuyor düşüncemi
Kime eşitim nasıl nerdeyim
Gamlanmaktayım

Hayır bir tereddüttü geçti
Füsun bu karadağmağdeni
İsyan muannit
Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak
Millet üzgün

Hani dengeler kuracaktık
batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum

bu kahveniz
yıldızlarınız şapkanız
buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz
buyrun cep feneriniz
Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun
Ve semirin

Hani dengeler kuracaktık
Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık
Hayır batının ulusları kızıllarla karışık
Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna
Cennetlik yapmak istemiyorum
Çevir tarihi çevir
BindörtyüzBİR

Bu kafa ne zaman köreldi
Çalınanlar siren besteleri
İmdatlarla düşün
Bu anne asla merhamet dışında
Gözleri nemli olmamıştı

Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil
Bindörtyüz bir
Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil
Ne bir karışıklık var
Ne bir dev rüya görmüş
Değil

Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi
Tünellere ses basılmış değil
Elbette bunlar değil
Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil
Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil
Hiçbir şey değil hiç biri değil

Anlatabildik mi arkadaş. Acaba
Körebe bitti duvarı kaldır at

Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın
Dikil yanıma
Ellerimizde birer çakıl taşı
Onlarla dikilelim karşı karşıya
Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa
Görürsün berrak içi
Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin
Bu harp başka

Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta
Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz
Aynı kirli hava
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka
Ne son aylardayız ne bu son gün
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe

Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak
Sanma ki harp derdinden geçtim
Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar
Derimin altında ne belalar baygın
Bir devlet taşıyorum başımda
Bu ev bana dayanmaz
Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın

Arkadaş
Şimdi yalnız savaş

Cahit Zarifoğlu​
 
Ağaçlar


Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim

Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha

Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper

Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar renk rengarenk

Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar

Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprak evlerin içindeki dişiliklere

Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler

Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanı kolayladılar

Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile

Cahit Zarifoğlu​
 
Ahenksiz Kuşlar

çayırkuşu engelsiz yapraklara
havası dondurulmuş ve suyundan alıkoyulmuş
bir ay gecesi tanrısıyla
elişi kağıtlarından ev demetlerini
ve deniz başlarında
küçük ve yuvarlak ellerle tutulmuş çocuk etekleri
çayır kuşunu engelsiz yapraklara

çaçaron hep evleriyle onlara bir akşam geçidi
vurulmadan ve korkusuna
sebepsiz kapılmadan
duvarlara yapılmış heykel ağızlarındaki sözlerin
ve eski risimlerde
yerli oyulmuş
gözlerin ve hiçbir vehmin önünde
vurulmadan ve korkulara

yazı sonu alınan bir kuştu
yerle gök arasında
kadırgalarında renk atmaz cömert çiçekler
su altlarında ve yürek diplerinde
zarı delinerek bir an bekleyen
kanatları sabra
ve kabus sonlarına
çarpan konuşan ve sesler çeviren
yerler gök sonlarında
görülmeden tanınan
ve en gerektiği yerde anılan
civa sıcağı yurtlar
çamdan insanı çiğneyen sakızlar
korkuya öteye ve dünya seslerine
çarpan çalkanan
bir yamaçta yalnız başına durabilmiş
açabilmiş çalılar

çayırkuşu insan ve toprak levhasında
gagası ışıyınca durur anlatır
bildirir ki güneştir
her an sabah sesi çıkaran
ve devran deyince
insanın isim verdiği yüceden
göğü kollayan ve ufuktan aranan
bir çift gözü en son şekliyle
her an bir zindan resminde çağıran
güneştir gagası
ışıyınca çayırkuşunun

bir savaş bütün bunlarla doludur
ölüm beyin düzlerinde
sık sık gezinen ve işte tamam yerine
her dokunuşta bir delik açılan
ve hepsi bir tek karanlığa açılan

Cahit Zarifoğlu​
 
Akşam Sofrasında Yedi Kişilik Bir Aile Oyunu

I

Önce kim - "önce sen"

Dirilen bir işci olmalıyım. Öyle olmalıyım ta eskiden
(Ağlayarak) anlamlıydım olmalıyım anlıyarak
İşci türemedi hiç bir şey türemedi
bezirgan ölü tükendi köle ölü bitti
bir yazı sağdan sola kıvrılarak eğilip
bükülerek bir şekil almalıydı
önce kim - "önce o"
dirilen bir işçi olmalıydı

İşçilik kime kaldı görüyorsunuz
çocuklarım
"çocuklarım nerdesiniz" baba sofrayı hoplatarak
Baba tanrıya yalvar
malar

"işçi miyim değil miyim"
durmadan kendini yorarak kurcalayarak
soruyor (bu kim bizden değil)
Kendini darağacına atsa
ağırlığı az gelir boğulmaya - ve atmadı

Beni mi adasalar iyi olan beni
diledikleri yerine gelsin diye kurban
çünkü hep budanmışım gibi
koyun bazen horoz gibi algılıyorum bazen omuz etlerimi
"intiharla (oysa mı) bir çelişmeydik eskiden
yasaktık intiharla
canımızın hakkı üzerine
varamazdı elimiz

"intihar bulun intihar kurbanlara"
onların değişen sesi bu ağabeylerimin
sofrada apaçık duyuyorum işte
kendilerinden kaçıp koşuyorlar bu sofra boyunca
"nasıl olur ama tohumları babamın"
"nasıl olur ama başka bir ırk"
"Başka bir ırk mı" sürüyor onlardan

Bu ev sofrası kuruldukça
Camlar kaykılıyor ve bahçede ağaç
Tehlike kuşları kaldırıyor
Düşsel bir oyun olan çocuklar
Lar - onlar laronlar
hala sağdan sola yazılan babam
bozulmaz akıllar kullanıyor
yaşlanıyor ama bozulmuyor ve diyor
"çünkü bozulmazdan yapıldık

Bu ev sofrası kuruldu önce baba
Oraya pencereden ağaca ve kuşlara
"çünkü ağaç işarettir içimizin sorularına
kuş işarettir doğup ruhları
dev gibi sallanan çocuklara"
Bu ev sofrası kuruldukça ana
Oradan pencereden ağaca ve kuşlara
"çünkü ağaç problemdir çok karışık bundan böyle aklım
kuşlarsa uçar gider uzaklara"

O başka yargılar öteki başka bakar
Ellerindeki meşalelerle topraktaki kovuklara
Yaklaşan laronlar lar - onlar çocuklara
bakıp
bakıp sofraya. Ana
yemeğe yaklaşıp ekmekle koklaşarak
/ "bereketli küpler
yağ küpleri ne demek bilmez bunlar
geberesi dinsizler
gel ekmek keseyim seni" /

"Koklaşmak mı ekmekle savaşmak"

Anaya onların gönül kıran sesleri ağabeylerimin
İ'yle başlayan ve birbirinin aynı isimleri
Yani i ile i ve i'yle i
i olur mu i "diyor"
İki değişik ad olmalı onların ki
"iki değişik ağbeyim benim
yok mu ki"
Sofrada önce arkaya sallanarak
kız ekmekle alışveriş etmeden
"Kız o çünkü oğlan değil"
Küçük oğlan bakarken söylerken bunu anaya
Hepsi nedenli ayrı ekmek başında
Sarmışlar sımsıkı beni gibi
Hep adanmışım gibi
Yerine gelecek ne bana göre
Kurbana göre mi bu adak

"Kardeşim
Ben
Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi"
"Peki ama" küçük oğlan
"Ne demek kamaya saplanmak"

"Ağabeyim
Ben
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi"
"Peki ama" i ve i
"Kim çizebilir senden başka senin yaşamını"
"Anneciğim ben
Kaskatı bir esirliğe keptirilmişim gibi"
"Peki ama" ana
"Kepmek mi ne kepmeki
Kendine iyi bak önce üşütme ciğerlerini"
"Kardeşim ben
Yüreğimden böğürmek üzereyim gibi"
"Peki ama" kız kardeş
"Yürekle böğürmek mi dedin.Öyle bir şey mi dedin"
"Babacığım ben
Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi"
"Peki ama" baba
"Ayakların... Apaçık uydurma ayaklar senin ki"

"Yepyeni güçlenen ayaklar onun ki" i ve i
"Bak kardeşim kamaya saplanmak
şu demektir ki...
................................." ben
"O var çünkü tanrı
O çizer onun yaşamını" baba
"Kaskatı bir esirlik.../çok acı/.. " i ve i
"kaskatı kaskatı kaska kask kask kask " kız
"Kendine iyi bak..." kız - anne
bakışarak ciğerim onlar benim
"Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi mi" küçük oğlan
Çünkü kardeşim dedem dedemin olmuşu muyum
ben

"Olmaz dedenin olmuşu - Ulmuş deden" i ve i
"Ulmuş mu yani benim babam" baba
"Dedem senin baban mı ki bana" ben
"ben dedem deyince..." ben
"hah hah haa-" i ve i
"hah hah haa-" ben
"bir kediyim ben" birden
"bi hayvanı evin" kedi
Sarmışlar sımsıkı beni
Hep adanmışım gibi
Yerine gelecek ne bana göre
Kurbana göre mi bu adak
Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi
Kaskatı bir esirliğe çöktürülmüşüm gibi
Yüreğim bögürmek üzere gibi
Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi
"Kandırma beni çocuklarım
bozulmaz'dan tutunun - bırakın öyle öleyim" baba
Baba halk oldu baba helk değil

Sarsılıyorum ve içimdeki hayvan perdeyi aralıyor ve
/ anlıyor. /
Bakamıyorum başkalarının yüzünden başka yüze
Kendime
En sağlam sesleri söyleyin ağzım
En geçerli ilkelerini dünyanın

Sessiz atılıyor (devinim kayarak)
Sofranın dibine kedi (sesler var)
Önce Hamit "kedi kayınca sofranın dibine..."
"Hamit mi Hamit kim" sofra

Elim korkunç uzanın üzerine kedinin
Öpmek ister gibiyim kedinin üçgenini
(Ellerini) Kollamak kapmak ve kaçmakını
Kedi yapmazsa bunu çünkü kedi değil
"Biz bir şey yapmalıyız galiba - ama neyi"
/ "daha yeni mi sordun bunu çok mu yeni" / ekmek
"Yüz yıldır sormadım
Soranın ardına varmadım da...
Elim yakanda dirlecek orada.." sofra

Sonra i ve i iç içe ses çıkarmadan
/ "ben i'yken"/ i ve /"Ben i'yken" / i
ve sesli olarak sonunculardan ayrılarak
altı asrın sonuçlarından
sonuncularından ve içeriklerinden
korkunç kaçarak
"bu yemek daha ne kadar sürecek hiç bir zaman
kediyi oradan kim kovacak hiç bir zaman
Baba sen
Önce yeni bir işçi savunması yap"

Baba anadan yaklaşık olarak
Bir erkeklik ayrımı üretti erkeklere üleştirdi
Fakat onlar babadan ayrılarak
Ana babadan tüs tüm yaklaşık olarak
Bir kızlık ayrımı yalınladı sivriltti
Kızlarla ortaya attı belirledi
Fakat kızlar anaya yaklaşık kalarak
...............................ötürü başkaldırarak
Kuzeyden güneye parıltılara avuç ve bağır açarak
Kuzeyden güneye parıltılar kafkas farları
Pırıl pırıl pır işçileri
Pırıl pır emekçileri
Parıltılar (ötürü) dayanamadan
"Bu yemek daha nasıl sürecek hiç bir zaman
Kediyi oradan kim çıkaracak hiç bir zaman
Kedi tıkınamaz sofranın altında
Kavanmadan
Babamızsan
Yeni bir işçi savunması yap
Dedeni savunduğum gibi ve padişahını"
baba hemen
ve hemen ben
Baba değilse fakat ben (cevval) hemen
- Abdülhamit -
Eşya ve şehir dürtülmüş gibi
türbelerden elktrik geçmiş gibi
"hortlak var" i ve i

Koro gibi bir aşikar dikleniş gibi
Duyuyoruz yoksa bir alisinasion isteği gibi
işte işte işte gark oluyorlar
"işte işte Han Han. Dünyadan ve besmeleli rahim
mazgallarından
Yumurtanın içindeki canlı kavgadan"
"boy atsın boy atsın"
Tarih ve zorbaların paçavralaşma işareti
"ah işte işaret"
- işte işte işaret
- Abdülhamit
"dur baba yeni bir işçi savunması yap" i ve i
i le i ve hemen ses olmadan birbirine kapanarak
/ "nedir ki bu Abdülhamit" /

Safra (görüyorsunuz) nasılda uzuyor ana çok uçta kalıyor
uzakta
Adeta
Öteden o ufacık bedenden
Kim sorabilir kim araştırabilir kimbilir
salondaki gizli bir düzlükten
"Anayım ama dayanamam daha da
"Çekilip ağlasam mı odaya
Acaba
Acaba mıyım yoksa ben"

Yeni bir işçi var ortada
İlk defa
ve sofra
Baba ana ve i ile i
Öldükten sonra dirilecek bendeki beden ve ruh
diyen ben
"inanıyor muyum gibi"
"ne gibi inanır buna baba ve ana"
"ve hakçası başkaları"
Küçük oğlan yarısı içten ses olmadan
"Babacığım anneciğim ağabeylerim
Kız ablam ve sen
Ben de dirilir miyim öldükten sonra
/ Ruhum da dirilir mi öldükten sonra /
Ben de / hesap verebilir miyim / öldükten sonra
Derslerime çalışır büyüklerimi dinlersem"

Kız ansızın açılır en cinlisi
"/ Bir kız neye inanır inanabilir ki
En iyisi en doğrusu şu ki
Güzelim ben - Erkeklerse
Kıza benzemiyor hiç
Bize dayanamıyorlar bir de hiç
Aklımda tutmalıyım büyüdükçe hep bunu
Aman hiç unutmasam bunu /
- sesizdi şimdi birden ses olarak -
Ya unutursam bir de"
döndük baktık
Kızardı yüzü
"Ne güzel kızarabiliyor yüzü" baba ana ve ben

Yeni bir işçi var ortada
Çok yeni bir işçi sürüyor dedemden
Ayakları ta oradan toprak diplerimden
"Abdülhamide ölüm" maymun
"maymuna ölüm" Abdülhamit
Çok yeni bir işçiyle geliyor dedemden
Güçlü mü
O kadar da mı güçlü
Daha değil yanılmıştık bir yerde
Eylem olmaz düşünüp düşünüp
Hah; demeden

Kedi sofranın altında üçgeniyle
Kedi dediğin böyle yaratılmıştır
"Ben kediyim sadece - Biliyorum da
Anlıyorum da işçi denince
Yakın buluyorum kendime
Galiba ciğer
Öyle bir şey
gibi bir şiy olmalı"

"Bağırıyorum sofranın üstüne
Bağıracağım yemeğin ve ekmeğin içine
Yeni bir işçi geliyor kendine"
"Sus" diyor i ve i
"Sus biz yücelteceğiz emeği"
"Asıl sen sus tanrı yüceltmiş bir kere"

Tanrı mı
"çok bulanıyoruz" i ve i
"Ekmeğe alın terinden önce kan
Duadan ve bereketten önce kan
(ben kazandım onlar da kazansı yeterince) den önce
kan kan

kan kin öfke
katık olmalı
herşeyden ve besmeleden önce"

Bir çok tanrı vardır
i için ve i için
sofrada birden bire ve i
Çünkü i için
"Tanrılar lar lar deme lar lar"
kız bu doygun duyarlı yanağı yaşlı
"Tanrılar denmez çünkü hiç söylenmedi
Küçükler ve aramızda ufacık var çocuklar"

( Kırılır
" - en çok onlar mı
" - en çok onlar )
Elim taş gibi tutuyor Hamitin ellerini
(Hamit kim daha belirmedi)
"Hiç belirmez o belirmeyecek de" i ve i
Sofrada değil miyiz büsbütün
"Güneş dönüp yeniden doğmalı" Hamit
Ana kim ata kim toprak kim
Halk neyin nesi
Sesini bileğinden alıyorum Hamitin
"Sofrayaçağırmadınız beni" çözüm
/ "Tanrı başka olmaz artırılmaz
başka tapacak yapıp artırıyorlar azalır ata" /
"uzak kal atadan ata geleceğin içinde" i ve i
"gelecek kazmanın içinde" i ve i korkutarak vakti
Takılıyorlar
"takıldınız işte" i ve i'ye baba
Ve sofra
(Kedi var)
Küçük çocuk ve kız hep birden
bağırarak korkutarak korkutarak
"Kazma nerede kazma nerede"
sakınarak i ve i korunarak
"düşecek: gibi başlarına kazma"

II

"Benim o bezirgan
O kervanı ben götürdüm Yemene
Çölde güneş
Gökten taş yağar gibi açılırken üzerimize
Oğullarım sizler
Sabır keseleri içinde
Ananızın muhabbetle beklediği zamanlar gelmeden
Belkemiğimden kurtulur bazen
Batardınız yüreğime

Oğlum sen -
sana verdiğim ada ne oldu
Ya sen -
sana verdiğim ada ne oldu
Ve neden her ikinizin adı da 'i' "
İ ile i yekinerek
"Herkes bu kez i'dir dünyada
Artık yok yürek soyluluk ruh
Etötesi
Üstünlük bilgide bile
Babamız sen..."
"Bana da bir i desen bir desen"
"Baba sen de bir i'sin kuşku yok
Saygımız olduğu için baba oluşuna
Baba diyoruz sana"

"Benim efendim i olamaz" ana
"Benim babam bir i ha
na sana"
"Bakkardeşim
Biz i dedikse o da bizim gibi
Bir ekonomik varlık herşeyden önce
Herkesle eşit bölüşmeli devletin gelirini"
"Ama sen
dün benim
harçlığımı... söyletme şimdi
oysa eşit eşit almıştık babamızdan"

"Kızım
O senin dün
harçlığını mı.. söyle"
"Hayır baba şaka şaka"
"Hayır şaka yok baba" i ve i
"Biz aldık onun harçlığını
elbette
kolunu bükerek elbette
salık verdik i olmayı ona
olmayınca elbette
kırmadık kolunu kardeş diye
ama ilerde
kırabiliriz de"
"Aaah" ana
"sütüm burnunuzdan gelir inşallah
önce senin
sonra da senin"
İ'ye ve i'ye
"Dur kadın" baba titrek doğrularak
ve kuşkuyla bakarak havaya
"kalksın sofra"
"Ama daha
baklava var
maraş işi fıstıklı kuru baklava"
"Kalksın sofra"

"Babacığım
Çok zaman ürettik son sofradan beri
Çok acı çektik
çok telef olduk
çok i telef old"

"Bu yezidler
Dünden olmuşlar bile
biz evlât mevlat dedikçe
ah yine de evlat
larım ne oldu size
o güzelim isimlerinize"

Sofra uzamaya başlıyor yine
elim akıyor altına sofranın
Göz gaga arıyor
Oyulmak için
Bir ateşe yatmak için
Kıvılcımlanarak atmacasıyla hep dürüst kalmanın

Can yakmamaya
Daha biraz daha
Karaçan yaralara göz yummanın
Acısıyla sofranın altında
Daha
Sancılı daha
Bir dünya kurdum kendime

Bir sofra altında
Bir sofra yüzüne çıkıp
Bir evden kaçıp
Bir eve kapanıp
İki kardeş iki ağabey ortasında
Bir yanım baba erkek
Bir yanım ana kadın

Çok sofra gördüm
Francala içinde iri kristal
Kanlı sorular

Koşuyor taylar o yöne
Fırtınadan ayakları tutulmuş
kısrak analarının
Ve kaslar koparca geriliyor masada
Çorba tasından bir giz çıkardım doydum

Birden ateşim çıkıyor
Dünya bulanık deviniyor
Şehir kusarak geçiyor kapıdan

Zil
Ve sesini kucakladım postacının
Hayır bir ulak bu
sınır boylarına yollanmış geçmişte
viyana taşduvarı dibinde hülyaya dalmış
kenti sonsuz bir kuşatmayla gönlünde
sevmiş sevmiş...
Elinde bir ferman gördüm dayanamadım
(Peki neden bana
1973 Temmuzunda)
merdivenleri yıpratıyordu ellerin
Tutunarak bir fetih haberine
Sarsılarak bir isyan bir yıkılma haberiyle
Aynı anda mermer merdiven ve ben
Tüm güç elindeymişçesine
Sesine bakıyorduk postacının

: herkes kendi içinden:
sesler şehirden
"akşam nerelerde kaldı
denizin dalgalarla kıyıya attığı rakı sofraları
şerefe arkadaşım nerede kaldı"
: herkes kendi içinden:
havada kanat vuruşları

"sen de gittin
otuz yıl hiç değişmedik
ne yalnızlık benden
ne ben senden geçtim ey yalnızlık
işte şimdi sende gittin elimden"
herkes kendi içinden:
"yaz geçip güz gelende
ecel geçirsin beni
madem yola gidiyorum
bulunsun benim de bir el sallayayım"
: herkes kendi içinden: bir komşu
Duvarlarıyla
"Yaşam sevincini yücelt. Hüznü kahrı felan filan
sen ki onu da alıp gittin
kanayan İbrahimi (hasta bir akraba) görmeye gittin"

Herkes toplansın
Herkes bu kez
Sesini yüksek bağlasın

Tüm aile susmuşken bir ateşin ortasında
O ses vuruyor elime sofranın altında
Havada asılı kalp atışları
Tümünü kaplayan alan içine bir yüz görüyorum
Alnında derin oluklar var bir kayayı
Oymuşlar gibi gözleri

Ağlamaya başlıyor baba "ah benim emeklerim"
Ağlıyor ana "ey ağlayan efendi
gönlümün tacı efendi
evimin direği
erlerin eri"
Ağlıyor bacı "ağlar ana
ya ağlar mıymış hiç baba"
O ses vuruyor elime sofranın altında

"Ağla evet gözlerim ağla sen
Bu gidişin zorları olsa da
Ağla ki ak çıkasın iniden

Ölüm lokma ağzında açsa da
Ölüm bu gelen çehresiz elsiz
Bir gezintideyiz olsa olsa
Bir de yanımdan geçerse bensiz
Durup kalakalmışım ortada"

Bir başka ses
Vuruyor bu sese elimle
"Köyde en büyük güce
Yaşamaya sürülü çoban köpekleri"

"Kurşun bitince yok öyle
Sürdü tüfeğine çobak köpeklerini"
"Evde en azgın köşede
Kadınları durmadan çarpıtır su perileri"

"Taşkın ve saf genç kalbime
Mezar taşı gibi vurur çağın devrimleri"
"Sen yargılanadur suç vardı güneşe
İnsan insana gebe ev eve bir öç haberi"

İstanbul kent olarak yıllar önce
Sürmeler çeker beğenirdi şehzadeleri

aç elini uzat dilenci eline

Biz Dağ Mağara Hikmet Kent İnsan Evren derken
Bir şarklı şair vardı kralı olan
Derdi ki kalın postallar giyeceğim
Bilgelik için değil
Sığınmak ve izlenmek için dağlara gideceğim

Birinci jandarma işlevi

Biz sustuk
Mağara hikmet erleri yerine
Konserve kutuları kustu
Üç dört beş ölü de kustu

"Anneciğim sen" ben
Değil mi öyle kardeşim sen daha küçüktün
Anneciğim sen
Kentleri tepeden gören yaylamızda
Bile dolanırdın yabani erikleri bademleri bile
Karıncalar üşüşen kışlık armutları
Bakışın avuçlarınla sever sıvazlar okşardın
Gezerdim yorulmasız kutlu kelimeler ederdin
Bakarak dokunarak doğadan alıp
Doğaya vererek"
"Sahi ben mi"
"Elbette
Sen ya" baba
"Anneciğim sen ne güzel
Beline dolalı önlüğüne..."
"Bırakın şimdi sofrada
Bağı yaylayı armut toplamayı"
"Rüzgarın döktüklerini yağmurun ve kuşların
Acımadıklarını
Evimize taşırdın"
"Bırakın dedik
Konuşulacaksa
Karar konuşulacak bu sofrada
Evet baba..."
"Anneciğim sen
Yaslan koluma dinle beni
Bak ben bir eli sofranın altında
Parmağına kimsenin duymadığı sesler çarpan
Ürküpp korkan
Bir evladınım

Anneciğim sen bir dağ haberi
Bizleri dağa sen alıştırdın
Dağı sen öğütledin bize
Ben dağa ölü umutsuz gittim diri indim
Ağabeylerim i ve i isimleri
Güçle gidip ölüleri inerken
İkinci ja ja ja ja ja
Anneciğim ancak sen içten ve derinden
Anladın inceliği

Ana sen
Bir dağ haberi
Taze uyabilen her güçlüğe
Dağları yıldızlar daha iyi izleniyor diye mi seversin
Ya evin erkekleri
Gecikince geceleri
Korkardık ama
Dağın kendisinden hiç korkmadım

Hiç bir pusu yoktu dağda senin için
Ve şehre
Her gün her an dönebilirdin
Zaten çocukların senin adına
Bir temas gibi
Gidip gelmekteydi"

(Baba kendine gel
Kendine gel anne
Bizler hep kendimizde miyiz
Korkmadan gözgöze gelmek için)

Önce kim - önce sen
"Dirilen bir işçi olmalıydım öyle oldum ta eskiden
Gülerek anlatmalıyım anlatarak
Çünkü çok zaman ürettik son sofradan beri
Dün akşam sofrasından beri"

"Baba ben" ben
Yeryüzünü dinledim
Erkek giysileri giyindim gördüm ki
Helalinden kadın
Ve bol ve düzgün çocuk gerekli

Baba ben yeryüzünü dinlerken
Biliyordum gövdemin tazılarıyla
Tazelenmedik hücrem kalmadı

Ne aç şu gövdem
Dursam çağırmasam bile
Ben bir ışıkla geceleri
Evimi karartan sevgisizlikleri denetlerken
Ekmek kemirir gövdem

Mezardan da öteye yeryüzü götürür kişiyi
Şiire çoktan başladım ama
At sürmeyi yeni belledim"
"Oğlum sen
Seziyorum
Yoksa anladığımdan değil kelimelerini
Tıpkı bir avuç sudan başladığım gibi
Ananın göğsüne yaslanıp
Sütünden hanlar kervansaraylar kışlalar altın
kubbeler
Demir çelik fabrikaları atom reaktörleri
Kuş ve balık dili okulları
Kitaplar uçaklar yaptığım gibi
Seziyorum oğlum sen
Kibar ve zarif bir çocuksun"

Beni adadılar beni koydular ortaya
Karşı duygular çıkarlar

Bende karşılaştı büyük
Çok büyük olmalıyım ki bende vuruştular
Ve gövdemin toprağı
Daha doymadı kana
Ozan beni harbetti
Işık beni koştu yine de
Daha karanlığım çok yerde

/ Ben şair olarak
Bitmez bir kartal çubuğu tüttürüyorum /
"Hayır anneciğim Nijerya Çad Uganda da
Hiç te uzak değil
İnsan orada da
Sabah kalkar işleri vardır
Tıpkı
Ve sonra
Akşam sofrası o uzaklarda
Dilini bilmediğim hoş omuzlu
Yuvarlak ve işlek omuzlu
O kız tarafından serilince
Bizim soframıza da değer bir ucu"

"Oğlum sen" ana
"Seziyorum
Yoksa anladığımdan değil kelimelerini
Tıpkı karnımda bir miktar sudan başladığın gibi
Göğsüme yaslanıp sütümden
İnsan toplayan sesli kubbeler çattığın gibi
Seziyorum ah ah seziyorum oğlum sen
Kibar ve zarif bir çocuksun"
Küçük kardeş
Çıkarıp oyuncaklarını koyuyor masaya
Misketler atıp
Bardakları kırıyor
Mum gibi duruyor ana
Küçük kardeş
Sürahiyi kaldırıyor başına
Bulaşıkları elleriyle
Taşıyıp sıvıyor dudaklara ve
Çıktığı kadar sesi
Bağırıyor
Mum gibi ben
Ağabeylerim kızkardeş ve baba
"Engellerseniz beni" küçük kardeş
"Pek çok ağaç devireceğim
Bırakırsanız
Bir konuk
Bir meltem olacağım yaprak arasında"

"Ah ne sorumsuz o küçük gezgin
Hayvan beslemenin

Zorunlu olmadığı kanısında
İkinci dünya harbi
Bir izci dalağı gibi şişer iner karşımda
Genaralleri psikolojiyi
Devlet devirme tekniğini
Kadınları bir yakut gibi taşıyıp
Tükürür gibi terketmeyi
Çocukları isyan etmekte
Genç kızları direnmekte yenmeyi
İyi bilir
Oto-stop yapmayı bile

Bin dokuz yüz'lerdeki buharlaşma
Dünya beş ayrı yerdeydi o zamanlar
Yeni yeni pervaneli uçaklar
İmparatorluktuk
hiç bir eskimo
padişah olmadı toprakta
Memurlar solunmuş havaları bir daha
Taşları
Vapurları bir daha
Ucuz kahramanlıkları durmamacasına
Soluyor cağımızda"

"Haydi bakalım topunuz
Soluyun şu havayı"
Kitaplardan bir cümle okuyor
Oda doluyor kelimelere
Harflerin içinden
En yakın komşuya çizilmiş cizginin içinden
Bir boğa yılanından
Parçalanmamış bir kuzu geçer gibi
Geçiyor i önde
"Haydi soluyun şu havayı" yarı yolda
Ölebilir yüreği yetersiz olan
Bir harfin katılaşmasından

"Anam sen bir aslan doğurmuşsun"
Diyor i
Yumruğunu kaldırıp vuruyor masaya
"Anam doğurduğun bir eğilmez kaplan"
Diyor i
Elini savurup indiriyor masaya
Baba bir karışık dalgınlık duyuyor ardından
Eli hançeresinde
Can'la hesaplaşarak bir yandan
Bir pervane gibi uçup çarpıyor cama
Ve bakıyor
Uzun uzun bahçedeki ağaçlara

III

Önce kim
Önce sen bu sefer
"kızaplam
ne kezzaplar akmakta yollardan"

"sen ha
bu kelimenle
umulmaz senin yaşındakilerden
bir çevik bir cevval oldun
öyle ki
derisinin altı közlerle yoklanan
kainata ve
şu aziz ruha
sarı karıncalaşarak buyuran
ve şehadat eden
veşehadet ederim diyen dilin
ve onaylayan yüreğinle
o delikanlılığa doğru
sular gibi büyük
temiz yüzünü dönen sen"

"kızaplam
ne kezzaplar akmakta yollardan"

"mendille taşınan sütlerin sonu
son damlası da akmakta"

"mendille süt taşımak ha
hah haay" i
"ne yalan ne yalan" yine i
"tanrı kıysın sana" ama bu
"an'nee"yıllar
"ah başladılar yine"
"hem söylüyorum
hem de içim yanıyor efendi beyim"

"bre hatun
sen
hep söylemiyor muyum sadece
bütün bunlar olmayan bir ev
düşün diye"

duvar açılıyor
ve içinden duyuluyor sesi
"neden biz onlardan efendiler
el sayısınca da
kas sayısınca da
baldır bel kürek kemiği
ve dalak sayısınca da beyabiler
çok olmayalım
Zaten -
efendiler beyabiler
hakkımız daha ilk dünya yıllarında
okul yıllarında efendiler beyabiler gençbeyler
neler neler olmuyolar
ölerek"
Bizim çocukluğumuzda övünecek olanın
Aşkıyla
Buyrun gençbeyler beyabiler

Duvarlardan duyulan sesini
Bismillahcı diye maruf
Yatıya gelen bir dağ aslanı
a l'ocasion de la fête rational

"sevgili beyim
ne yükler geçti üstümden
otuz yıl önce pazularının
şimdi -
şekerin
hipertansiyonun
emekli maaşın
tümbelan az inancın"

"hatun
maraşlı hafife almaklığını bırak
kader ironimizde
daha ne tenhalar yazılı olmalı
evlat acıları akan"

"ah et akan"
"çocukk"
"çorba geleneği insan tutması el yakınlığı
taze soğan yer sofrası
eski dülgerlikleri cömertlikler
kanlı geyikler akan"

"zaman kalfaları
takvim başları"
Bir mesele var
"zamanın kutbunu sordu abdülhamiti sani" bir azim seda
"aradık kanter içinde koştuk
nice köşker iplikçi rençber dervişten geçtik
öyle olduk ki candan / verilen mühletten geçtik"

"zamanın kutbu sendin ey abdülhamit"
halk dedi
"efendiler" sese ağız olan duvar
"geç beyler" i'ye baktı
"beyabiler" bana
gözlerini kısıp
eğilerek taşlıklarına sahillerin
dünya sakinlerine

ses kutularına
ses kapılarına hayvanlara açılan tabiat
önemli
bir söyleve başlıyacağını anlatan
bir çehre yolarak elindeki tomardan
"efendiler" dedi
"fatih sultan mehmet han
istanbula girdiğinde
bir dilbir vardı
öyle güzel
güzeldi ki
yurt gibiydi döşü
padişah değer verse yeri
koştu
atının önünde öptü yeri"

"beyabiler içim nasıl titrer bilseniz
önüne gençler gençlikler
fetihler serilen sultanı"

"tümü izinliydi bahadırlarının
velilerden"

ve geriliyor geriliyor şimdi
"düşünüyorum da halkın
bir çelik yay gibi çekilişini
kendi et duvarının
gerisinde devinip"

(padişahım çok yaşa
demişti. İhtiyar bir kadın
bir kent valisi ile gittiğimizde köyüne)

Cahit Zarifoğlu
 
Altı Üstü İnsanlığın

Hayvana bak
İnsan ait bir grafiği gagalıyor
Hayvan hayvan olmaya ama
İnsana ait bir lakırdıyla
Dolanıyor

Yeryüzü bir İstanbul daha açarsa
Katsı mahsusayla söylüyorum
Kesik bir katır başı gibi
Ölü ağzından çıkarır çatal dilini
Haliç

Oysa aynı Haliç
Aldulhakim hazretlerinin
Ayağı altında nazarı önünde
Tahtı saadetinde
Berrak bir suydu

) alıp götürdüler
sarığını yere atıp tekmelediler
Haliç
o berrak su
zehir kustu

) sancılanıp ölen
üzüntüden
kapımızı her bırakıp giden
bir rahmet kucağı
bir siklet bir yük

) alıp götürdüler
neden tekrar başa dönüyorum bu mısrada
Ha? ! !
Çünkü şiir yetmedi
kalemi atıp ayağa kalkıyorum
bağırıyorum:

Öğürtülü karınlarına çarçakıl doldurun
Domuz başlarına çuvaldız sokun
Öyle bir hayal çatlatın
Böyle bir hayal çatın

Öyle bir gerçek
Böyle bir gerçek
Gözümün önünde resmi
Bir akrabası gösterdi
Bak dedi
Ne yaptılar
İlim ve hikmet dolu veliyi..

resim:
Ölümünden bir vakit önce
Sorgular
Gece Gündüz Gece
Ne ekmek ne su

Ne ibrik
Ne bir taharet köşeciği
Kolları bağlı
Gözleriyle abdest alıyordu
Zihniyle kılıyordu namazlarını

resim:
Mintanının baş düğmesi kopmuş
Aman Allahım başı açık
Karışık saçları alnı kaşları
Kocaman ve dolu bakışların üstüne sarkmış
Seksenaltı yılık ömrün üstüne

Ve yine de sabah güzel olack ha!
Koltuğun hemen altında
Saten geceliğin yırtmacı
Kan revan bir öpüş
Hırslı
Paralı

Az sonra saat dört kırkiki
Pi - Em

Kancık bir dörtnal sesi
Kaçıyorlar yine vurup

Haydi ahbap
Tekke miskinler tekkesi
Sen sız ve bekle
Bir gözün hafifçe aralık
Bilinç uyanık çünkü kan gölünde bu kayık

sız ve bekle
Elinde bir gürz bir takke
Tekke Takke. Ha Hay!

Ve güzel sabah olacak
) geçişleri anlıyor musun
Körpe beden körpe para
Hayvana bak gözün onda
Kafatasının içi insana ait bir beyin

Ayaklarında iskarpin
Nal içi
Gördün mü vur ha vur ha

Ve sabah güzel oldu
Şöyle yan gelmiş yatıyordu
Semiriyordu
Bir iğne ucuyla dokunsalar ağlıyordu
Havlıyordu
Acıya hiç dayanamıyordu

Şöyle bakıyoruz
Eğilip
Şöyle bakıyoruz
Silkinip
Şöyle bakıyoruz şöyle

Gözyaşı yassak
Gaflet idam
Acele el keser
Gevezelik dil

Şöyle bakıyoruz
Şöyle bakıyoruz şöyle
Şöyle bakıyoruz
Şöyle bakıyoruz şöyle

) Aktör gibi oynayın bu satırları
Halayını çekin halayını
Sporunuz bol olsun
Ballı börek ağzınıza lokma olsun

Merak etme sen
Şiştikçe şişiyor
Şiştikçe inceliyor derileri

Cahit Zarifoğlu​
 
Ana Oğul

Dinç bakan bir çocuk
Ana baba acınma yatak yorgan toprak
Ve ezgilerden elini çekmiş
Şimdi gördüğün resim net
İşte siyah karanlık cife
Ve işte ciğerlerinin üstünden kalksın diye
Parmaklarını kaburgalarına takmış
Bir savaşçı nefes

Dağ ona söyledi arzum şudur
- Gömleğimde uyu
Yanağını tenime koy

Bir savaşçı uyuyor
Biri baskın
Biri şehitlik işinde

Toprak söyledi: Doldum
Tenimde dur! FAKAT
+
Ana bir yangın yeri
Dehşet içinde saçı dağınık
Oysa sevin
Acın kutlu
Kocan oğulların şehit
İşte getiriyorlar onu da

anladın
yaşamakta olan son oğlun

İsli dağların yamacında
Beşon evlik bir köyün kıraç tarlasında
Toprağı bellerken durup
Ağırlaşmış yüzünü
Bakışını
Çok uzaklardaki atlılara çevirdi ana

Geceleriyse
Toprak damın çölünde
Bir aşağı bir yukarı
Dolanırken
Başını değer gibi alçalıp
Teselli gibi geçer bulutlar

Der ayrılığın adı yaman
Oldu kapı komşu malım
Dost bağım

Dizimdeki dermansızlık
Bu yaşın alameti değil

Baka baka kardeşim oldu yıldızlar
Ellerim ışıklı saçlarına değdi yıldızlar

Cahit Zarifoğlu​
 
Anılar Defterinde Gül Yaprağı


Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düşmüş sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle
Kimbilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deli gibiyim sensiz
Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sessizlikle

Cahit Zarifoğlu​
 
Anlamak


Bazen anlıyorum,
bazen anlamıyorum.
annemi,
babamı nenemi

annem şöyle der
göstererek beni:
cin gibi maşallah

cin ne demek?
gibi ne demek?

babam diyor ki
bana bakarak:
altını üstüne getirmiş evin.

hiç yapabilir miyim
dediklerini?

ninemse der bana:
topaç gibi

bir dedem açık insan
pek de zeki.
dilinden bal akar.
attaya gidelim der.
al sana şeker der.
göz kırpar.
okşar.
sever.
bir de gıdıklar.
dedemi çok anlıyorum.

Cahit Zarifoğlu​
 
Anlaşılması Güç Bir İnsanlık

Başlarlar uykuda uyanmaya karşı dağlara bakmaya
Şehir canlarına okumuş alınlarına bir kara vurmuş
Daha çocukturlar ve anlarlar havanın yumuşamadığını
Babaların bayramlarda evin arka odalarına kapanıp

İlkin camları açıp
Bir dilim ekmeğe baktığını
Daha da anlarlar
Ailecek gecelere doğru tırmandıklarını zamanı
Sanki gün geçtikçe düşünceleri kocamanlaşmaktan
Anne yine birdenbire şiş ve sağa sola yalpalayarak koşmaktadır

Nasıl başlarlar anlamaya:
Acaba kalkınca pencereye yaslanan çocuk
Hareketi içine kapılır ırmakların

Bu elini sımsıkı tutan babandır
Hayata tümsekleri sarsmadan geçmesini tenbihler
Çocuk bu yumuşak sesin üzerine boylu boyunca uzanır
Hafifçe kısılmış sesi
Dikkatli ve kaçırmamaya çalışmaktadır

Fakat yıllar çoktan uzaklaştı
Boş tarlaların susuz ağızları göründü
Ve şehir
Yeniden arabalar insanlar
Kornalar büyük ve kalın
Su torbasının içindeki canı ürkütüyor
Baba dalgın ama geçişleri anlıyor
Ve denebilir ki
Orada çarpıntıların arasında
Açıp ellerini ışıklı sabahlara
Yemek saati ne de
Başının üzerine uçaklar asılı
Bir Afgan köyü saati

Biliyorum hakkımız yok kalplerine
Öyle uzaktık hiç ağlamamış seslerinden

Cahit Zarifoğlu​
 
Anlatılmış Günler


Bulutların yeryüzüne doğru saçaklandığı vakitler
Sürüleri doyurmuş
Köylere emin bir gece yaymış
Serin ve ılık evlerin seccadelerinde
Yatsılarla nehrolmuş
Helal kadınlarıyla yukarılara bakıp akan
Huzurlu gürbüz ve yetişkin adamlar gibi
Adamlar gibi duruyorlar silahlarının başlarında

Meşakkate
Adeta ısrarla
Yılmadan
Sabretmektedirler

Biliyoruz
Gördüğümüz resimlerini
Aylardır birlikte yattıkları giysileri
Çok aşıyorlar

Boyları bosları
Yaşları başları
bakışları
renk renk
geniş
adımları iri
solukları sıcak yelpazeler gibi

gözüm görmüş gibi onları
kardeşim gibi gelir haberleri
hele saldırdılar mı
bakılsın gerek
topuklarıyla devirdikleri tank kütleleri

Ne yaman gönülleri
Çöl toprağı gibi yayılı kavruk esrarlı
Yanaklarına
Değer güneş

Ve bastıkları dağ şurdaysa
Ötekinde kıskançlık nöbeti

Hiç kimseden öğrenemezdin
Daha kesin
Gözünün önünde vurulan kardeşinden
Buhara kelimesini

Hiç kimse öğretemezdi sana
Daha kesin ve böyle emin
Ateş altında
Azık getiren kızkardeşinden
Buhara kelimesini

Bir ok işaretidir Buhara
Varılırken ve varılınca
Gösteren
Daha ikibin kilometre ilerisini

Ve buhara ki
Pirlerin
Asırlar önceki kader sürücülerin
İşte bugünleri anlatıp
Kollarına girip avuttukları şehir

Cahit Zarifoğlu​
 
Arzıhal


Çiledinmi
Dünya tutar inilemen
Ne saltanatı dünya pahada
Ne saltanatı dünya pahada
Ne kalbi altın mezarı şöhret
Yer şahit
Şahit bizler kardeşlerin
Alevli hüzünlerdin mevla için

Ne atın yıllar verdin hep
Dirilsin diyordun ve yöneliyordu binlerle
Kapkara parlak ışıklı ve ışıtan göz
Kıvırcık utangaç ve uçurumlardan güvenlere götüren
Ve yalın
Henüz gelmiş gibi kınından
Ne altın yıllar verdiğin hep
Ve ağır ağır çeviriyordun
O dalgın ve ağır yüzünü devrin
Yuya yuya o güzel Elçiye

Ne altın yıllar verdiğin hep
Biriki bronz kişi konabilseydi önüne
Ve ne altın yıllar daha çiledin
Artık yalnız değil adımların
Şimdi daha iri doğuyor sabahları
Horantası bir hayli arttı güneşin

Kişinin güzelliği ağa ustalarına göredir

senin köylün olayım
o uzak iklimleri erişilmez beldeye
bakabilemezdik senin götürmen olmasa

şu küçücük kalpte
(yaman halimiz helal ettiremezsek)
nice hakkın yüklü.

Cahit Zarifoğlu​
 
Aşka Dair


Öyle sofralar gördüm ki
İnsan kasları vardı tabaklarda

O eğik gövdeler önünde yalnızlık
Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu
Bir kadın
Bir erkek

Gizlice soluyordu
Bir erkek av arkadaşından
Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak
Kamışlıktaki sazların arasından
Ilık ve yapışkan fısıltıları
Ayırarak alarak
Urgan gibi bedenine doluyordu

Her şeye benzeyebilirken o
Hiçbir şey benzemezken ona

o ünlü borazan
Başlarsa saçlarımızın diplerinden
Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan
Kimliği yapışır yakamıza

Bir erkek mi o
Göle yatmış bir güneş demetinde
O mor ışında
Bir köpek ölüsü gibi yatan

Hızla kayan
Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi

Cahit Zarifoğlu
 
Aylak Göz


Erkenden aşındırır aşkını
Odaların köşelerine zamansız oturur
Duyarsa bir çocuğun
Oyundan çağrıldığını

Başının her seferinde döndüğü kumarı
Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır
Anlarsa yenilen bir kadının
Darda kaldığını

Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin

Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına

Erkenden aşındırır aşkını
Anlamaz bir kadının
Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara
Severek tebessüm attığını
Ağır başıyla kopar dağdan
Nöbet alır şehri devirir.

Cahit Zarifoğlu​
 
Baba

Yaklaşan seherle sözlüsün. Bir zamanlar
Dağ Taş ve toz toprak karlı yollar
Ve buzullar arasında çağlayan sularda
Aracıydın ekmeğine sevgili eşlerinin ve çocuklarının

Evet barışlasın bütün zamanlar
Dar sessizliğe bu dağlar
Bir yamaç kaymasını omuzlarsın yıllarla
Biz ne gülücükler biliriz senden
Ne rahmetler açıldı senden bize

Cahit Zarifoğlu​
 
Bazı Özlemler

Dağlara vardık
Herbirimizin elinde gözleri ışık saçan birer deve
Düşündük ayaklara düşmüş kıymetlerini iade ettik
Sandık
Dervişlerin

Modern salonlar koltuk takımları büfeler
Baş köşede sadece bakılan bir şamdan gümüş bir sürmedenlik
Düşündük ayaklara düşmüş kıymetlerini iade ettik
Sandık
Anne çehizlerinin

Sevgililer kapadı toprağını
Çocuklar ne kadar hırçın
Alışverişten dönüyorlar geceleri
Babalar gözlerini dikmiş sanki kutsuyorlar şişeleri

Hepsi bir tek haftada değişebilir:
Dağa gerçek bir gezi
Ellerde yekpare bir deve sakin tabii renkte gözleri
Dervişlik kılık kıyafetten ayrılalı beri
Kim bilirse ki alıp verilen soluklar yalnız değil
Herşey bir tek haftada

Başla deyince başlayabilir
Evler eşyaları atıp insanları çağırabilir
Bir bakarsın ki kadınlar gizlice hafifçe sürmeli gözleri

Sevgililer yayar topraklarını
Delikanlılarda
Boyunlara kadar kızartan damarların
Açılır ilmikleri

Bir vakit diye anlatılır o zaman
Dağ ve şehir diye bölünmüştü insan
O dar buran gavur giysiler
İçlerinde kopralar göğüsleri sıkılıp duran
Ayaklar cepler kafanın içi, elin edip tuttuğu bir mezbele
Bir tek kalp temizce ve sinmiş
Taşırdı kamburu taşırdı kamburu

Bir vakit gelse de acıyla / Hatırlansa zorbela /
Anlatılsa

Cahit Zarifoğlu​
 
Ben Dirimle Doğrulurken

Sis boruları ötmeğe başladı yavrular
Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından
Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
Üstüne alevleri alarak
Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan
Beni karnınla
Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
Üzülmüş
Belki dünya ile horlanmışım

Ansızın çık oradan görün orada
Bu siyah basmış kara akar deme -
Başka olmalı gövdemi denetleyişin
aşka hazır olan
... LARDAN. OKADIN'lardan

Halk aşksızsa sokaklar
banka dükkânlarıyla doludur
Ellerimi kâlb olmayan sularla
ıslamaya alışır o kızlar

- işte artık kaçmak - işte durmadan karşımızdayken bile -
- ılık ev girintileri
gizlesin daha köprüler
karanlık bedenleri

Her şey onlara göre - yamandırlar
Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle
Senin Asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın
Asya Asya ve Asya diye yalvarışın
Sana ansızın alın yazımı ve kendimi ekliyorum
Aşka hazır aşka aç ve davetli
Ansızın melek bekliyorum
Asya ile ayağa kalkan
Melekler ellerinde gelenekle
İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar

Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine
Nar doğuran - dikkatle nar doğuran
Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran
Nazlı baharlarla

Hiç ağlanmadı
'Biz çetin adamız ha' ayrıca söylenmez
Anlaşılır
Ne yavuz kışlar
Kurt sıyrığı ayazlarla
Ne evren depdebesi bahar
Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla

Ayrıca söylenmez
'Biz çetin adamız ha'

Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar
Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle
İkiye yarıldım
Sen meleksi kadın bu gece
1000 yıl adına bilinmekle

Sen melek uyarmalarıyla
Uyarılan erkek
Bu gece bir şehvet azarladı
Hayvan kovdun
Yatağını yüceltenlerden oldun

Şimdi ev gebedir

Dağ kuşlukla uyanır - varsın uyansın -
Önce hafif bir uyku sisi
Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır
Daim
Melek kanatlarında hava görünmez
Uzaklar yinede görülür
Ay dostlukla anılan bir komşu evidir

Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü
İşte o kavim göçü
Dağlar ilk kez bizi
Çıplak ete kavuşun aşk sandı

Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen
Ilık bir hava bürüyen
Gözleri o - rengarenk gözleri çocuk gözleri develerin
Çözülür ayakları

Kavim bu
Boynuna kan yürümüş
(Gözüne bir şey görünmüş)
- Nedir o görünen / susalım /
Hayat her zerresi uyarılmış gibidir
- Çok acele
Kâlb bir bohçanın içinde atmaktadır

Omurgasından mızrakyürüyor kavmin boynuna
Develer en som bir duruşla - Raptedilmiş
Çocuklar ağızlarında Ey Nazlı Ölüm
Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla

Bütün bunlar nedir - sorulsa
Sorusuna
Ne can ne cevap kalmıştır
Kavim donmuş deve mıhlanmış
Kadın ateşle ateş doğumdan önce
Sığırlar kendi kendileriyle
Göz göze kalmıştır

Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama
Kendine varılan ilklim ve toprak
/ VAKİTTİR / namaza durmuştur

Bin bireydir kavim
Bir tür kararla eğrilip doğulmakta
Her candan bir cana
Bir candan bir cana
Sonsuza değin
Bir tavır bolluğudur kavim ama
Nihayet vaktidir VAKİT

Bu duruş en zarifi duruşların
Gidip endamlı dağlara
Beğendirmek için yeni gelinleri
O iklim kullanılır hep
İnsanın en bilgelerini
Onlarla karşılanmak için baharda
İklim aranır herşeyden önce her olayda
Şerbet taslarında
Bir topak okunmuş şeker dedenin avcunda
Genç bir kız kadar ağırdır
Bileceksin ey çocuk
Tatmıştın onu geçen baharda da

Kavim uyanan toprağı
Karşılarken - Uyanıktır -
Kavim Toprağı
Devirirken - Uyanıktır -
Kavimden biri varırken toprağa
- Uyanıktır O ve Kavim
Vardıktan sonra toprağa
Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır

O anne gibi verimlidir besmele çocuk için
O erkek
Karpuz dilimi gibi ortadadır
O en yaşlı gelin
Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir
O kavim için

'Kışları göç içinizedir' buyuruluyor
Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir
Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın
Yer ötesi ve yer eşit alınsın
Kadın ve erkek eşit durmaktadır - kadın arkadadır
İnsan hayada ve tanrıdadır
Ki kış ortasında kardan - bir duayla sıyrılıp
O derviş ağaç kupkuru dallarında
O meyvayı büyütüyor
O tiyek
Bir salkım - müthiş - üzüm
Uykuya tez doyanlar için

Saçlar uçuşur havalara sevinçle
şarkı şarkı içine
Cenkle bir üstün haberleşme ile
İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle
O coşkun mutlu savaş dülgerleri
Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar
Şimdi de açtılar
İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri

Deniz yüce bir soluk denizlidir - rotalar denizin kendisinedir
Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna
Bütün bir ömür ağartmıştır

Işıklar çoğalıyor içimizden birine
kime bu davet
Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri
Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar
- Rüzgar nereden eserse essin güzeldir
Alevler bir ayrı alemdir
Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.

Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde
Sevine sevine
Sağlığının elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına
Aşkın mağara kovuklarındaki şarkılarına
İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım
Yöremde mor lekeler gibi duran
Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden
Bütün meleklerden bir melek
- Bak diyor bakıyorum
ve bak diyor

Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor
İlkel bir sevinç destan ve kan
şiir en safından
sonra soyut heykeller

Hiç düşman yok - üzgün söyleniyor
- Olmayacak mı hiç
Eziyor gururum onları
- Görün ey güzel düşman ey güzel düşman
Saraylarda geçti ömrüm seninle

Yüzüm aydınlık bakar elemlere
Yangın yerlerine
Coşkuyla selamladım bütün bayrakları
Düşman kadınlarını

Tanrım bu dağları da sen yarattın
Bana kattın
Bir bir okşadım
Sema yapan kırları

Alemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz
Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin
çadırlarına

Develer de tutuştu
Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim
arkasında bütün devinimler
Kum kendi raksında beden aynı raksda
Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır
Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır
Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır
Kalb başa ve guddeye en yakın sırlara göre
Kumu ve balçıklı toprağı
Ağacın ve kayanın dizilimini

O tek kuşun yalnızca süzülüşü
Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü
Dinliyor kumu balçıklı toprağı
Ağacı kayayı ve kuşu

Uyku beladır göç içinizedir
Sabır ve zaman içinizdedir
Kadın ve çocuk içiçedir

Güneş vurmuyor- öyle söyleyin - üzerine döşeklerimizin
- Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına
(İşte böyle söyleyin)
Öyle ki o kadınlar
Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına

Melekler kırmızı yanar
Kalbe tutuşan herşey kırmızıdır
Hele kalb hazırsa
"kentten" bir er kalkar - Onun eri
Kollar semayı deryayı korkularından
Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza
Söyleyelim ya hay ya huu
- Yolları aydınlık kıl Yaradan

Kanla bir sabah
Akşam kanla

'... ateş.. ve öldüm...' deniyor
- Oysa sorular verilmişti ona

Sorular yığılmış
aynı kaynaktan olana
Işık ve karanlık hakkında

Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi
- Ateş ve öldün uykuyla

- Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara
Taze doğanlara
Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona

'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim
Yorgun geldim savaşmadım ama
Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'

'Biz artık
Gitmeliyiz dağımıza'
- Hayır olmaz
Durmalıyız burada şahinim

'Kezzap içsem
Daha kuvvetle can çekişirdim'
(dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi
Heykel bekliyen kımıldamış
Abesle elele ahbab gibi
Avazı çıkınca bağırmıştır

- Durmadan deniyor ki vatanım neredir
Heykel ne diyor
Konuşmaz heykel
Felçtir

Karşılıklı
- Kaslarımız karşılıklı kasılsın
Olsun
- (Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında
- Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da
Diyor ki diyor ki
Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir

Kırbaçla ayağa kalkarlardı
'biz artık... anneciğim.. dağımıza..'
ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad
..ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları
Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman
Anne onları kapıya kadar uğurla gel
Delinen böğrüme bir sed geçer
'yapmayın yapmayın' çığlıkları
Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım
Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar
londra moskova vaşington berlin pekin
hava ceryanları sarsılan ikindiler
korkularımız intihar dönemlerinde
kötü bir alışkanlık peyda olmuştur
bağ budama hasat zekat
evlenme hoş görme
Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru
- İnce bir düşman yönelmiştir
- Hayır içimizden yönelmiştir
- Oh oh dıştan yönelmiştir
- Dıştan ve içten mi yönelmiştir
- Ne yönelmiş ne yönelememiştir
- Yönelememiş önele Miş

'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'

- Oğlum sen artık
şarapnel gibi yağmalısın
düşmanı güzelce vurmulısın

'...biz artık dağımıza.. anneciğim..'

(Komşudan o ölü de kalktı
Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)

(Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış
bir taş yığınıdır.-onların yerine bilardo masaları konmuştur-
şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)

-Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller
Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler

Ey aşk /.. ve ey aşk mı dedin../
Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri
Gücendirilmiş gibi kayboldun
Yerine piç döller yolladın

Komşudan o ölü de kalktı
Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar
Kaş ve kalb zorla - kıvranarak
Erkeklik ve kadınlık
Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler

Bir değişime gibidir azrail -
Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar
O yere o ölü
insan kalabalığında ansızın bir boşluk açılmıştır
alın kımıldasın
kâlb kıvransın
Gölden ansızın bir tabutluk su alınmış gibi
Bütün köy kımıldayacaktır / göl gibi

Azrail devinimle çevirir bir gölü
Bir insan kası - kadını kavrayan elleri
mezar kazar toprak karşı komaz aralanır
İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak
- Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençberlik ettin
Güneşin alnında bakır gibi göverdin

Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak
- ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası
hacı izzet süleyman oğlu hey
nice öldün
neyledin
nasıl becerdin

Köyden o ölü kalkar
Süslenmiş kordelalar takılmış bir koç
Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir
Bayram değil seyrandır
Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir
Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektir

Köyden o ölüde kalktı
- Sen de kalk hayvan sesleriyle yuvarla
Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak
Kasabaya bir ölü haberi uçursun
Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selası

/. Ölü ilk müezzin - minare uyarlamalarıyla dirilmektedir
Köyden kasabayı dürtmektedir. /
Bedir efendi durur selayı dinler - Kim'ola -
- (Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk
(Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım)
(Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)

(O ufak çocuklardık - Bakışları)
(Olmaza karşı koyuşları)
(Şimdi köy acı'dan eğilmiştir)
(Ben ölümle eğiliyorum)
(Barsakları düğümlendi koyunlarımın)
Bedir efendi durdu selayı dinledi - Kim'ola -
Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar
Daha ilk namesinden alırlar ölüyü
Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak
Yokuşlara bir nefeste bayılırlar
- Öyle bir çocuk tanıdım
Karşılışınca başka çocuklarla hızlandı

Minarenin kapısında bir çocuk halkası
Müezzinle inecektir ölü
Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye
Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk
Kutlu çocuktur
Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük
Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde
Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış
Yeniden serpilmeye başlamıştır

Süleyman oğlu hacı izzet evlere
bir sepet incir gibi dağıldı
evlere süleyman oğlu hacı izzet

Müezzin kıs kıs gülmektedir
kasabada evler - bir hacı izzetin varlığını bilmemekten -
keder içindedir

nine: kim'ola hacı izzet
birazdan halk top gibi patlar
- kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş
- oh oh bülbüllüdenmiş
bütün evlere şimdi büyük
büyük bir memnunluk çağlamaktadır

Cahit Zarifoğlu​
 

Berat’e

Berat’e

Bana soruyorsun şu resimdekiler kim, diye.

Emin ol kim olduklarını çıkaramadım. Görünüşe bakılırsa mutlular. Fakat insanlara tavsiyem şudur ki, nasıl “zenginin parası, parasızın çenesini yorarsa”, başkalarının mutlu görünümü, insanı kendi mutlu olma imkanını, kabiliyetini görmekten alıkoymamalı. Filmler, resimler birer hayaldir. Başka insanların dış görünümleri de bizi aldatmasın. İnsan kendi mutlu olma imkanını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir.Ve önemli olan yaşanılan “an”dır. Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir. Yoksa deniz kenarında fotoğrafçılar tarafından düzenlenmiş bir mutluluk tablosu sahtedir ve bazı saf kimselerin duygularını istismar etmekten başka bir şey ifade etmez.

Acaba anlatabiliyor muyum?

Cahit Zarifoğlu​
 

Berducesi-1962


a
Dehşetli üşüyor
ansızın gözbebeklerinden alaturka kurtulmuş
yoksa saçları bütün saçları dünyaya akıyor
aksarayda ve üç kulaç derinde
beklemek daha başka sırtüstü yatıyor
bütün azaları kirlenmiş
günahlarından işlenmiş apayrı tüyleriyle
kızlığından tavşan dokunulmazlığı bir sahne mutlaka
ve galiba
karnının bir bölümünden sonsuz ürperiyor

topyekûn bahriyeden ve murtazadan
çırılçıplak saçlarıyla gizleniyor
delikanlı kucaklardan hoşlandığı kadar
derin yataklarda anlaşılmış
haydarpaşadan binip kurtalanda
trenden iner gibi bir kız

beklemek daha başka şey
sen benim kızlığını bildiğim
kiliselerden kaçmış yağmur gibi gözyaşlarınla
minareler gibi tutuldun
sır vermez dip odalarına atıldın kahramanlığın
başkalarına kalırsa her an dokunulmaktasın
bunca tanışıklığımız varken
sana dair
bana söz düşmüyor eğer düşerse benimle kutsaldır
buna rağmen
başından bir maceradır geçmiş
bin türlü makam geçmiştir derim


b
yaratılmanın bir yoksulluğu da gereklilik
bir de
öğünmüş gibi değil oysa kuşların
ikimizi gece yirmi dört cephelerinde gözlemesi ustalıkla
yüzde yüz bir tanımazlık sorunu

her yanın dudaktır üstün bezelye taneleri
senin kır çiçekleri ayarında laleliğin
mayland'da hiç ama aşk değil
bir tutam göz ağrısı
aşk değil
kana bulanmış bir yürek
bir etek serüveni

sonuç zavallı ilkbahar giyotinleri
güneşin ilgisiz damarlarıyla yapayalnız bir keder
sendeki santa luçiya gözleri
benimkisi harzemşah


c
saygılı dudaklarınla yarıştım
ince bir ilgi yaşadım kıvranışlarında
gözlerinde 'harikulâde' yaş bulutları
Yürek safındaydım sen bin mil uzaktan koska

göz değil aşk
aşk değil bin çeşit göz

bunca çıldırdım hem ilgisiz
koridor görüp ölüyordum
çizmeli tülbentli kız
saçlarında yirmi yedi yıl lodos
laleliden otobüse biniyor
kimbilir nerede oturuyor
her çizgisi ezmeyle bilenmiş
üç 'aziz' bakışını yakaladım
bin yıldır cephane taramış

hep blek börd bir gözdeyiz
sıra kimin
benimse - rölans

Cahit Zarifoğlu​
 
Beyaz Camlar

Beni bu sabah iri anla
Taşıp

Deli deli dağlardan inerek
Şehirlerin düzüne otumuş bir sel gibi
Yekpare bir suyum ben
Kocaman sev

Şikayetim gözlerimden kim
Ayetlerden ayırdın

Kimi vakit geldim sana
Ama hüznüm döndü
Baktım ki işgal gözlerin

Bilirem aydınlık için
Karanlık da gerekli

Bazan var'ı
Anlarsın yok ile
Sevgilim
Vazgeçilmez malzemem aletim
İhtiyar cam bakıcısı
Söyle nerde kaybuldu
Bizimi onlarını ayırırken tuttuğun yarğı

Bilmedin bile nasıl gelindi
Birkaç yüz sene yollar

Tırnak kadar plaka
Programın yazıldığı

Ucunda bir kılıç
Sonra bir kılıç ucunda bir plaka

Tırnak kadar büyüklüğü o kadar ince
Proglanmış Ve Bunlar Gibi
Terzide murdar kafa biçildi
Silindir bir şapka
için yontulup
Traşlandı

Şimdi inSanSan aklını bileklerinde erit
Gerdir yüreğinin kirişini

Fakat beni bu sabah yakın anla
Bakarsın kapkara ve kızıl hançereler arasında
Sesim yeleleri parlar bir at
Paslı dilini çarpan

Sen ki şimdi hele
Duayı erteledin
Akşamı aradançıkardınsa bile

Çocuğuna bakmadın
Un-ufak yapayalnız karın
Önünde bütün varlığın bir diz'inin

Terziden sen de sen de
murdar bir baş edindin
camlar daha da kıvrak
Kalb hor..

Cahit Zarifoğlu
 
Biliyorum Çok Geç Oldu

Ayak bileklerimden bir de tutup sözüm ona
Ellerimle de duyarak basıyorum toprağa
Deli deprenişlerin köpüğüyüm yoksa
Ne hah yerleşip oturdum
Ne bir ayak yeri eşeledim
Ne bir dam aradım başımda

Perişan toztoprak içinde eşyam
Yanlardan
Arkadan otların arasından
Vahşi bir hayvan fırlıyor hatıramın sırtına

Yerim ve yurdum belli değil
Yeni atamdım aşkın tıpanlarına
Neyin memuruyum ben nerdeyim

Artıyor çizgi çizgi
Fahrenayt ellidokuz atmışbir

Eyvah hüzün bu
Eyvah hüzün yine
Çatıda alnımın

Hüznüm ağam oldu eyvah
Bir şey yap silkip at

Çare ne - herneyse
Titrek elime zor
Çalkalanıyorsa bir yerde
Ölüyorsa bir yerde
Bağlantılarım tam otomatik
Arzı mıyım ben
Tırnak arlarına kıymık giren ellerin

Hadi düşün beni
İçim otursun aklım
Durulsun diye

Ankara gölü gören bir dağ
Sisler ve katran
Ruhum
Bir iki yaşımda
Aynı boyda çam ağaçları

İki titrek ışık'ız
Güneş altında iki insan gövdesi
Bir gün yağmurlar
Açlıklar perişan saçlar dudaklar

Daima biraz fazlasıyla önünde
Dalgakıranların

Şunu da yaz bedeli olsun
Sabırla titreyerek öyle yalın
Ve kimsesiz olmadan oturacağız
Kıyısında ayrılığın

Cahit Zarifoğlu
 
Bir Filmden Tek Kare

Bal akıyor kayalar
Sarp yalçın bir bal
Yakınında ne ayı pençesi ne insan eli

Komşu bir şelale
Komşu kuvvetler
Bazı iradeler
Geceyi katlayıp balyaladılar

Boynu vurulacakmış gibi
Korkuyla büzülüyor uykusunda diktatör

Sıcak o afrika
Saf yüreği yolunarak yaratıldı masaya
Eldivenli beyaz bir el
Rulet gibi döndürüyor onu
Birbirine çevrilebilir bir dabe olarak
Ortada
Karanın yanında vahşi hayvanları da
İri demir parmaklıklı yumruğun zamiri olarak
kafes odalarda siyahın yanında
Eldivenli ve beyaz
Döndürüyor afrikayı
- Buradan daha iyi görünüyor majeste
- Tank you
Geçiyor kraliçe
Bırakıyor uzun eteklerini geceye

Şimdi bir eksersiz daha
Baştan alalım yeni bir çabayla
Bal
Kaya
Üzerine hala pazarlık yapılmamış
Simsiyah kaşlar ve beyaz gözaklarında
Kırmızı kılcal damarlar
Vahşi hayvanlar kafesinde
Parmaklıkları tutuyor
Batıda bir ada devletinde
Gemi-vinç-kara Gemi-vinç-kara

Cahit Zarifoğlu​
 
Büyük Hayat

I

Kuru dalı ağacın
Artık çok yaşlı, beli solgun
Ve yok tomurcuklanmak umudu

Böyle bakıyor çocuksuz geleceğine
Taş dolu ve güneşle kavrulu kuyuya
Dikmiş gözlerini yıllardır
Bakmakta gibi bir çöllü

Oysa o seçilmişlerdendir
Bir peygamberdir o
Adı ibrahimdir
Gür bir ağızdır o
Bid şelale başıdır
O kupkuru ve iklimsiz görünen
Bir hayat çanağıdır

İbrahim
Yıldızlara bakıyordu sayısız
Gece

İbrahim aleyhisselam
Irmak ağzı olundu
Çoğalarak genişleyerek akmak
İstiyordu ve işitildi

Günler geçiyor
İki hanımı iki ayrı hayat kaynağı
Birinden büyük akıyor
Ötekinden en büyük

Derken
Doğuyor o mührü taşıyan
Çünkü istendi ve işitildi

Büyüdün
Çocuk

Hangi çöle ilk adım
Anne
Götür

Hangi yöne çevrilecek yüzü
Anne bak

Kenan ilinden bu kervan
Develer arşı inmeye başlar
Yol süresi
Kırk kum gecesi

Tepeler
Tutmak ister gibi herbiri
Gelenleri

İşte tepeler içindeki vadi
Üç çıkışlı
Biri denize kuzeye ve güneye
İşte çocuk işte anne
Uçsuz bacaksız çöl
Hiç kimse yok içinde
Senle varılıyor o yere
Senle bitiyor her yön her mekan
Ayrılıp kaldınız kervan ıpıssız yürüdü kayboldu
Baktınız
Ancak bir melek anlatmasıyla anlaşılabilir
O acele

Yanıyor çölde çocuk, ah ecel
Koş anne
Yedi kez / Safadan Merveye
Ve bak çabuk çabuk ufuklara
Ne insan var ne cin ne de bir çizi
Korkma korkma korkma
Gel
Tamam sesi duyuldu
Çocuk suyu buldu
Akan rızık öyle bol
Kervanlar dönebilir
İnsanlar toplanabilir
Ağaç açabilir

Baba gel zamanı
Boyutları ve yönleri
Ve yeri
Ezelden belli
Evi bil ve kur

Baba gününde gelecektir
Duvar yükselecektir
Ak taş doğu kanatta
Bembeyaz parıldayacaktır

Kavimler konuğun olsun
Taş taş üstüne konsun
Çadır yanına çadır konsun

Büyü ey belde
Canlan
Ve hüzırlan

Bir gün
Olgun bir incir gibi
Patlayacak ve balını dökeceksin yeryüzüne


II

Tepeler arasına
Demet demet iniyor çehreler
Ap ak yüzler kavisli kaşlar
Kalın dudakları beşerin
Öpülen bir rüya katıyor içine

Adım adım doluyor vadi
Gözleri mercan develer
Yüzleri ipekliler
Atlas zenginlik genişlik
Biri diğerinden yumuşak
Biri ötekinde görevli

Tepeler içinde vadi
Vadi içinde Kabe
Sana geliyorlar
Böyle istendin Ve işitildin
Her kime seslendinse
Geliyor
Ve yüzyıllar ne çabuk
Eteklerine kara otlar takılarak
Günah kapıları arlanarak

Ak Taş benek benek kararıyor

Vadi insan doldu
Kimi elini alnına atarak
Deprendiren bir rüya görüyor
Çadırını yıkıyor o sabah

Kimi elinde Kabeden bir taş
Yaban illerde öpmek için
Kabeyi öpmek yerine

Kimi gözyaşını yolluyor önden
Kuzey güney gurbetlerine

Kâbe taşlarına şimdi
Doğuda batıda putlar
Değiyor
Hadi Hacca gidelim
İbrahimi hoş edelim dedikçe
İkisini birden tutan eller
Geldikçe Kabeye bunlarla geldiler

Put araya girdi
Ezada
Gerek Sevinçte mutlulukta

Vadi insanları artık
Öte dünya şüphesi
Yürekleri

Vadi insan dolu
Hani o su
Unutuldu

Kuyusuna taş üstüne taş atıldı
Beldeden kovulan eller
Cürhümiler
Kinlerini beleyip berkiterek

Hani o su
İsmailin topuğuyla bulduğu

Huzaa
Düş suyun ardına

Hayır kader
Kitlendi üstlerine
Sıyırdı palasını şeytan
Biri
Puta tapar Moaiblerden
Hübel'i getirip dikiyor Kâbeye

III

İbrahim soyundan Kureyş
Diğer bir kol Huzaa
Çekilip bırakılınca titreyen
Çeliği
Arap kılıçlarının

Kureyşten Kusayy
Huzaadan Huleylin kızı
Buluşuyor
Dağın ikiye ayırdığı ırmak

Kusayyın elinde Kâbe anahtarları
Vergileri o toplar
O bakar hacılara

Kusayy şöyle dedi
Artık çadırlardan çıkalım
Evler kuralım

Dar'un Nedve
En büyük evin
Kusayın

Kusayy öldü oğluna bırakarak şu kelimeleri
Sen açmadıkça Kabeye kimse girmesin
Kureyşin bayrağı senin elinde
Hacılar
Doymasın içmesine yemesine
Sen vermedikçe

Abdul Menaf oğulları Haşim ve dostları
Kadınları
Kâbe yanında
Bir tas güzel koku içinde parmakları
And içtiler birlik için
Sürerek ellerini kabe duvarlarına

Böylece görev ikiye bölündü
Abdul Menafta vergi
Abdud Dar'da Kâbe anahtarları

Haşim ne güzel
Nasıl titretici sesin
. Siz Allahın evinin yakınlarısınız
İşte hacılar geliyor
Onlar Allahın misafirleridir
Hiçbir misafir, onunkiler kadar
Cömertlik beklenmez

Haşim kurar yaz kervanını
Kışınki de onun

Yol Mekkeden Şama
Yol üzerinden Yesrip / Medine
Burada yahudiler
Ve birbirleriyle kardeş iki oymak
Evs ve Hazreç

Haşim ve Yesripten Selma
Evlendiler
Bir oğulları varken öldü Haşim
Kardeşi Muttalip Mekkeye götürürken oğlu
Görenler şöyle dediler
Bu Abdulmuttalip / Muttalibin kölesi
Hayır dedi Muttalip
Ama adı Abdulmuttalip kaldı.

Cahit Zarifoğlu​
 
Busat


Artist milletizdir.
Bizde defaten ölünür
ve kalkılır ki sofralardan
hamdüsenalarla palalarla
el yıkanmadan
ağız misvaklanmadan
zinhar vurulmaz ha
ne dosta ne düşmana

Cahit Zarifoğlu​
 
Büyük Su

Batıyla doğu arasında
Bir ekmek hattında
Elinde bir çift yün çorap
Gördüm onu bir avrupalı gibi geçiyordum oralardan

Elinde bir çift yün çorap
Anlatamadım galiba o çadırlar onundu
Gördüm onu elinde bir çift yün çorap
Sanki tutuyordu obanın kaderini aklını
Elinde bir çift yün çorap gördüm onu
Binlerce yıllık dikkatlerin ördüğü
Hürlüğün

Ve kadınları
Uçlarını kaldırıp sokmuşlar kuşaklarına
Kendi gölgelerinin

Ve çocukları
İradelerini çözsün diye
Dolayıp bırakmışlar babalarının ayakları altına​
 
Can Eriği İlk İz

Yumuşak canına ve ince çizgisine
Huzur akıtan düş sesi
Ve halkalanmış yüreğinin bir yerine
Lekesiz güneş çizgisi

Bu yaşlı bir ırmak asıl bundan sonra
Bir öğle sonrası menekşeden rampaya
Kıvırcık göğüsleriyle eğildiler
Geçti yalnızlık bir serüven konuştular
Bir fidan bulup diktiler ırmağa

İçinin bir yerine köşeli bir taş gibi
Ad veremedi geçişine can eriğin
Pembe duruşuna horoz rengi öpücüklerle
Ve bir an bir duygulu adam
Mola verdi yanlarına

İlk acıtan diken
Can eriğine yaklaşan yeni bir dünya treni
Sahipsiz noktalarda durdular
İki ay geçici karanlık
Ve bir güneş çizgisi yine bir öğle sonrası
Havuzlu
Ve unutulmaz çimenli
Dört duvarlı bahçede
Kurşun gibi kesin
Tüy gibi yumuşak
İpince gelişi can eriğinin

Cahit Zarifoğlu​
 
Çağın Küçük Bulanığı

- ah şu yalnızlık
kemik gibi
ne yanına dönsen batar

...
Küçük


Haber verdiler
Arka karanlıkta
bir kadın var yüzü göğsüne akmış

Cahit Zarifoğlu​
 
Çocuğan

bu bir geç kalıştır.
akşam duruşlarında
alna vuran ürpertinin
direklere benzeyen düzenli
gizlenik adamında bir kadın
bir geç kalıştır

taş kapıdan ürkek bir güvercin
aşağı sokaklara uçuşan saçlarıyla
ilk akşam vuruşuna kadar
ardında gizlenir bütün seslerin

bu koşu büyür elbet
geçmiş bilinen çehreler sırasından
açıkça saçları belirir
bir gözleri bakar
dudakları gizlenir ağzına

burada yoğun bir savaştan
inmek gerekiyor
Taşlarla koşuyu
en yakın sonuna
örtmeli
güçleri buğudan atları
kırbaçlarla
kavga gider yol uzayınca
bitirir şarkıyı şapkayla
şaraba sabahsız
uzanan ellere
bir keklik dimdik bakınır
bir kazanca dokunur aklıyla

Dünya
sırtına çevrilmiş hamalın
yorgun kalkışı
şehrin torbalanmış sıcağına

kalabalık bir şaldasın
arkandan bir şovalye gelir
üzgün ve eski
zincirlere benzeyen yanlışlarıyla
tutarsa kolunu özgürlüğüne tutar
sen savrulup gülmektesin

dağı anlarım durur kızmadıkça
dağılır buzlar yolları kesilince
akla dümdüz
demir atıp ancak durulan
sedirsiz taş kapıda
sevecen gezdirir ellerini
sürdürür çocuğan çağında
sürmeli
açar ordularını sevgilimdir
kurar çadırını bir tiyatro kahvesine
altıncı kata bir denize yükselir
anlatır haftalarca
telefonda susta duran
kapıda bir saat vuruşunun önünde
silahsız duran serçeyi
sen
bir şehir açsında çevrilensin
bu koşan eski ve solgun
Aşkın
ikinci serpilişin bir yüreğe
tuzaktır adını bildirmek

ama bir şarkıda geçer adımız
sahipsiz vuruşuyla ispanyolun biri
bir balıkla yan yana sorulur

barıştıramazsa bizi
denizler adına ne duymuşsa
hepsini çizdirir ve üzgün
bir kalkışla çıkar karşımıza

Cahit Zarifoğlu​
 
Çölde Gizli Bezginler


bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi
öptüm sonsuz gidişinden. saçlarının seyriyle seni

yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
akrepleridir duygunun. karanlık ordulara güneşsiz sokulan

bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek
şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek

sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında
bahar şenlikleriyle. sürdüren ellerini yangın borularında

şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından
burda biter düğün. gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından

gemilerimiz saklanır. ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların
saplandık tadına. durduk alnında yüreğe vuruşların

yollar sellere gider. açılır parklar artık kuşlar dağılır
bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır

çizildi yalnızlar. senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde
geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. kürek sesleriyle

koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından

oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar
uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular

bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından
su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan

biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık
sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık

sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle. Yalnızlıkla ben kaldım
sevindiniz işte alın kurtulun. Aha size son atım

Cahit Zarifoğlu​
 
Daralan Vakitler

Yanakları saçları gözleri yanmış
Zehirli gaz bombaları
Yılan gibi sokmuş yalamış gövdelerini
Ağızları, küçücük dilleri yanmış
Bütün Beyrut sapsarı kalmış
Sanki ağlamak imkansız
Başları
Paletlerle ezilmiş babaları
Yahudi doğramış analarını
Binlerce çocuk topların betonların altında

Beyrutun gözyaşları şimdi
Kudüsün yanıbaşında
Müslümanlarsa uzakta
Sanki başka
Gelinmez bir dünyada

Acın bir vadi
Zehirli çiçekler bir ova gibi karşımda

Gözüm baksın sadece
Ayrıntıları
Kıvrılıp kırılmış bilekleri
Kemikten yakılmış etleri
Kuma serilmiş cesetleri

Büyük ajansların yaydığı resimleri
Bir seyirci gibi görsün dursun
Bir kadın gibi ağlasın..

Beyrut yengeç kıskacında
Çoğu müslüman kafir yanında
Yaslanmış yastıklara sonunu beklerler filmin

Sen filistin hokkaları doldur kanla
Şairler eğer ahın varken
Uzanırlarsa tomurcuklara güllere
Herbiri kanlı bir ateş gibi korku
Bir azar bir şamar olsun

Filistin sen işine bak kar toprağını
Yoğur gazabını yaradanın..

Bu ateş bulutu hangi kavmin üzerinde
Çam ormanlarının salınışında
Kuşların cıvıldayışında
Otların serin tenlerinde
Eğer varsan bakıp görmeye
Şeffaf perdenin az ötesini
Bir ateş bulutu var en bildik yerde
En emin yerde

Ve bak asıl ölen yaylalar villalar tok karınlar
Hissiz dudaklar gayretsiz kalpler
Asla değil kavruk çölde yatan kadavralar

Farzet körsün olabilir
Elele tut
Taş al ve at
Kafiri bulur

Hani ceylanların
Hani cihat marşın

Bir yumruk harbinden nasıl kaçtın
En arka safta bile kalmadın
Cengi attın dünyaya daldın
Tezeğe konan sinekler gibi

Dönüyor burgaç
Dünya üstten yanlardan daralıyor
Ovalardan
Dar geçitlere sürülen sığırlar gibi
Bir gün ister istemez
Karşısında olacaksın kaçtıklarının

Dua et
O gün henüz mahşer olmasın

Cahit Zarifoğlu​
 
Fil Yüreği Gibi Bir Yürek

Bir sesti öyle
Kıskıvrak bir zaman urgan gibi boynuna dolalı

Belleten
Heheyleyen
Höreleyen

Üstadım kırk ağzınız
Fil yüreği gibi bir yüreğiniz olmalı

Belleten
Eşeleyen külleri
İşte bir küçükköz
İste bir nine parmağı

Bir sesti öyle
Bir çırpıda hem kiriş ve ok
Gögsünü yaymadınsa yay önüne

Üstadım birelif kılıcınız olmalı
İnce uzun bir merhametle
Bir gürzünüz olmalı dolgun bir kaf
Yedi devi arka arkaya yollamalı

Zırhsız ve kalkansız
Bir kılıç ve gürz
Kıraç toprak
Obasız bir çöl
O ses ıssız dolaşan bir sesti öyle

Bir sesti öyle
Bastı apansız kalabalık evler dolusu uykuları
Taki vakit saat
Saanki güz
İklim sapsarı

Anılar
Ne çok dostun var
Hatırladık Kaldırımlar'ı
Tek dostumuzdu
Hani çocuktuk ve sevdalı

Bir gün baktık bir sesti öyle
Hapishanede
Zırhsız ve kalkansız
Kılıç dizlerinin üzerinde
Gürz yerde

Baktık
Bir nazar
Besinliyor üçünü de

Bir damar denize açılan
Salan küçük çaylara derelere
Büyük ırmaklara da suları

Cahit Zarifoğlu
 
Fotoğraf

Manzaraya bakın
Üç sincap ağzılarında birer ceviz
Kıpırtılı bir şaşkınlıkla titretiyorlar tabiatı

Yanımda
Geniş ve adaleli ayakları
Dik gövdesi
Ve okşa diye elimin altına uzattığı başıyla
Bir pars / leopar

Şimdi de bakın bana
Sağlam çehrem
Şöyle yandan tepeden cepheden bir kere daha
Nasıl sessiz
Ak ve sert
Mermeri bir dikkat
Kıvamında bir insan soyu olmalıyım

Geçiyor dünya
Yorgun eşya
Sincap sıçrıyor ağacına
Ceviz yuvarlanıyor
Pars sağına doğru
Kaskatı
Şöyle biraz kayıyor

Manzaraya bakın
Zaman
Bir esintiyle dalgalandı yine

Fotağraf
Bir sincap ve benden kurulu
Bir diyaframa aralanıyor
Bir saniye
Hayır daha az
Şelale iniyor ve kalkıyor

Cahit Zarifoğlu​
 
Gülsuyu

Hızla yol alan dünyanın sıcağıdır başımda
Geriye kalan hayattır yoran

Aklınla yapayalnız başbaşa
Nice alevli geceler geçtin

Toprağı yaymış ev sermiş üstüne. Nerde o bayrak arayan
Kurt kancaları ancak bir odadan ötekine sarka

Kadınlar ki çocuğu gezgin gibi dolanır
Aydınlık bir mağarada kalınır akşamları

Hızla sular aktı üzerimizden
Ayaktayız ama ya bu kurşun damlaları

Küçücük bir kurt oydu can evimizi
Taş gibi ağırlaştık gözümüze indirdik tenteleri

Dedeler neneler yaşlı denizlerde
Gittiler güneşin şavkına, soyunup sahile yorgun dertleri
De hazırlanalım kahramanlık gün doğmadan kalkmakta
Bu çocuklarla yolumuz ilelebet Allahla yürekleri

Ey Zarif yine başını örtüden çıkardın
Çok bal döktün yine yaktın gemileri

Cahit Zarifoğlu​
 
Güneş İnip Suya Dokun


Birara neydi o bulutlar
Somurtkan dudakları yere sarkan

Arkasında deniz alev alan adam
Çehrem sarsılıyor bakmaktan

Güneş inip suya dokun
Nehre yaslanıp baş aşağı koşan bir yaşlı ağaç ol

Cahit Zarifoğlu​
 
Güzelcin


Koşu koşuver nargözlüm
Yuvarlak biçimli ayakların
Küheylan kolanı gibi kuşağın
Gürbüz kalçalarının üzerinde

Koştur azaplardan kaçalım
Koruklar üzümlenmiş mi bakalım
Bir söze iki gülüş bir öpücük
İki bedeni birbirine katalım

Ruhsatlım sevdamsın berigel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel

Dorukta yeni ay ince işaret
Ne kem gözler gezinir karanlığa
Ne evin sevincinden korkan bulunur

Asmalarda güneş ve çocuklarımız
Çardakta ıslak ve ekşi uyur
Bacın bazlama yağlasın sahana
Mutluyuz tüm dünyaya duyur

Cahit Zarifoğlu​
 
Hama 1982

O sabah ezan sesi gelmedi camimizden
Korktum bütün inslar,bütün insanlık adına

Cahit Zarifoğlu​
 

FORUM HAKKINDA

HeyBeCooL Forum , 07 Ağustos 2023 yılında Türkçe yayın yapan bir paylaşım sitesidir. İçerik: Eğlence, bilgi, sanat, moda, tasarım, haber ve güzellik gibi pek çok alanda içerik paylaşan HeyBeCooL sitesi, isteğe bağlı paylaşım yapmakta'dır. Websitesi, her gün yeni içerikler yayınlayan www.heybecool.net’dir. Siz HeyBeCooL Forum'da profil oluşturup, en beğendiğiniz içerikleri HeyBeCooL'da paylaşabilirsiniz. HeyBeCooL'daki içerikleri takip ederek, yorumlayabilir, diğer kullanıcıları takip ederek onların eklediği içeriklere rahatlıkla ulaşabilir ve sosyal medya hesaplarınızdan paylaşabilirsiniz.

YASAL UYARI

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir. 5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir. 5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, yasaya aykırı yada telif hakkı içeren paylaşımlar BURADAN bize ulaşıldığı taktirde, ilgili konu en geç 48 saat içerisinde kaldırılacaktır. Sitemizde Bulunan Videolar YouTube, Facebook, Dailymotion, v.b. video paylaşım sitelerinden alınmaktadır. Telif hakları sorumluluğu bu sitelere aittir. Videoların hiç biri sunucularımızda bulunmamaktadır.
Üst